Kemer Dağını Dönmeden

Caykara, Şahinkaya Köyü ve Kusmer yaylasi ile ilgili tüm bilgilerimizi burada paylaşalım.

Moderatörler: Muzaffer Mustafa Altuncu, Köksal Ağaoğlu, Mehmet Aydinli

Kemer Dağını Dönmeden

Mesajgönderen Bülent Altuncu » Cum Nis 20, 2007 12:09 am

Üç ay boyunca yaylada kalıpta köye inme zamanı geldiğinde,yaylanın o topyekûn terk edilişinin hüznü halen daha nerede olursam olayım eylül ayının ikinci haftası geldi mi tüm ağırlığıyla içime çöker. Günlerden perşembe veya pazar olurdu. Küçük kemer dağının tepesine doğru yol alırken, gerilerde kalan yaylaya dönüp baktığında (ki buralı olup ta dönüp bakmayan tek bir kişi yoktur), bulutlu ve sisli geçen yaz günlerine inat gökyüzü alabildiğine mavi olurdu. Dağlarımız, ağaçların yaşayamayacağı kadar yüksek rakımlarda olduğundan, tepelerine doğru gittikçe sıklaşan, üzerlerinde kırmızı ve yeşil renkte , çocukların kına yapmakta kullandıkları lekeleri olan kayaları dışında çimen kaplı olurdu. Kayaların üzerindeki bu yeşil lekeler, Karadeniz'de sığacak yer bulamayan yeşilin son tutunuşları gibiydi.Tıpkı insanının doğaya ve yaşama olan inatçı bağlılığı gibi. Çimen kaplı olan bu dağlar, son iki aydır olduğu gibi , güneşin altında kavrulup sararırken diğer taraftan sis ve soğuğun etkisiyle kahverengiye çalar kirli yeşil bir tona bürünmüş olurdu. Bu kirli yeşil tonun koyuluğu, tepelerden aşağılara doğru indikçe gittikçe azalır, sararır, yaylanın içindeyse neredeyse tamamen kaybolmuş olurdu.

Buradan bakınca en aşağıda görünen yaylamız, sanki sırtüstü yatıp, kollarını iki yana açmış uyuyan bir çocuk gibi görünürdü. Çocuk gibiydi, çünkü onu çevreleyen dört dağ, sanki, terk ediliyor olmaktan dolayı ağlamasın diye, salıncak oluşturmak üzere aşağıda ortada ellerini birleştirmiş, oda bu eller üzerinde kollarını iki yana açıp yatmış uyuyan bir çocuk gibi görünürdü. Komarlık dağına doğru olan mahalle başı, Çumavank yaylası tarafına uzanan mahalle bir kolu, Kemere dağına doğru gelen mahalle diğer koluydu. Karnını ve ayaklarını ‘kamali peri’nin bulunduğu dağ yorgan gibi örttüğünden sadece açıkta kalan ayak uçları ‘sıcak sular’ denen boğazın yarattığı boşluktan görülebilirdi. Ayak ucunda sadece iki ev görünürdü. Bu iki evden biri, gerek Bayburt tarafından gelirken yaylanın görünen ilk evi olması ve heyecan uyandırması, gerek Kemer tarafından yayladan çıkarken kendi mahallemi son kez hatırlatması yanında, dokuz on yaşlarında pişti ile başladığım iskambil oyunlarının ilkokuluydu benim için. Ortadaki ‘caminin yanı’ ise çocuğun kalbi gibi dururdu ki gerçekten de insan için kalp neyse yayla içinde ‘caminin yanı’ oydu.

Resim

İşte bu ‘caminin yanı’ dediğim yerde yeşilden eser kalmamış olurdu. Belki de şimdi caminin yanında , dört bir tarafa koşan, sıçrayan, düşen çocukların kaldırdığı toz tanecikleri, havadaki oyunlarına son verip yavaş yavaş geldikleri toprağa doğru hala daha düşmektedirler diye de düşünürdüm. Bundan sonra belki Çumavank veya Seydiyakup gibi çevre yaylalardan göçleri indiren birkaç kamyon olmadık bir sevinçle bu tozları son kez yerinden sıçratır yoksa her an yağdı yağacak karla birlikte kapanıp dokuz ay sonra bizleri karşılamak üzere yollarımıza çiçek döşemeye başlayacakları zamana kadar son halleriyle donup kalacaklardır.Yaz başı yayla çıkımında çimen, çiçek ve nemli toprakla kaplı bu sahanın çocukların enerji dolu tepinişleriyle şenlenip daha sonra böylesi uzun bir sessizliğe terk edilişi ve bu döngüyü düşünmek hüznümü katmerlerdi.


Kış boyu okulun ve ailemizin kuralları altında yaşayıp yazın buraya geldiğimizde, artık ne ödev, ne hoca, ne okulda otur-kalk, ne evde akşam erken yat, sabah erken kalk derdi kalırdı bizler için fakat şimdi tüm bunlara sevinçle bindiğimiz kamyonun kasasında hızla yaklaşmaktaydık. Çocukların anne-babaları memursa çalıştıkları yerlerde, köylü ise yazlık köy işlerini halletmek üzere köyde kalırlardı. Bizler dede ve anagalarımızla yaylaya çıkardık, onlarında ne diş fırçalamak vb. yeni adet kurallardan haberleri vardı, ne de bizi bu tür kurallarla boğmaya dayanacak yürekleri. Gün boyu koşturmaktan yorgun düşen bedenlerimiz, kimse bizi ‘hadi yatma zamanın geldi’ diye uyarmadan kendiliğinden pekenin üzerinde sızardı. Sabah yine ‘kalk kahvaltını yap, okula geç kalacaksın’ diyen olmazdı. Olur da nahır dediğimiz inek sürüsünün otlaklara gidişi sırasında ineklerin ve onları süren kadınların çıkardığı seslerden dolayı uyanırsan o zamanda istesen de gözüne uyku girmezdi. Çünkü henüz güneş yaylamızın içine ışınlarını indirmemiştir, yüksek tepelerde güneşi gören alanlar sınırı net bir çizgiyle ayrılmıştır ki ömrü boyunca saat takmamış babaannem saatin kaç olduğunu bu çizgilerin yerinden tam olarak tahmin ederdi ve havada tek bir bulut olmasa da tüm evlerin bacaları tütmekte olurdu.Hatta nahırda ki ineklerden bazılarının yürürken bir taraftan da işemeleri veya sıçmaları, açık ama ayaz olan bu havalarda bir buhar bulutuna neden olurdu ki bu bile yeni başlayacak olan güne insanın uyanışını kamçılardı. Çimenler üzerindeki akşamdan kalma çiğ, güneşin ilk ışıklarıyla kurur ve dakikalar içinde tüm yayla oyun oynamaya elverişli haline kavuşurdu ve koşuşturma başlardı. Böyle olunca da oyun oynanan alanlarda ilk bir ay içerisinde ottan eser kalmazdı.


Olsun hiç önemli değildi, toprak yolda hızla yol alan Thames marka kamyonun kasasının arkasındaki ayak basacak yerine ellerimizle asılıp, yanlış hatırlamıyorsam kasanın altındaki yedek lastiğin oralarda bir yerlere ayaklarımızı dolayarak, ’caminin yanına’ giderken mutlu olan bizler, koşarken topuklarımızdan yükselecek tozlardan rahatsız olacak değildik ya (çimenlerini aralasan toprağını göremeyeceğin bir köyümüz olduğu halde, hala daha kendilerince yaylamızı tozdan ve topraktan kurtarmaya çalıştıklarını söyleyenlerin niye yaylayı köy gibi yapmaya çalıştıklarını ben anlamış değilim). Genelde iki bazen üç-dört kişi olurduk. Ama olur da kamyon caminin yanında durmayıp hızlanarak yayladan dışarıya doğru yol almaya başlarsa o zaman heyecana birde korku eklenirdi. Atlamak için kamyonun dere , kasis gibi engellerde yavaşlamasını beklersin, bir türlü istediğin kadar yavaşlamaz ardından tekrar hızlanırsa herkeste, birbirine çaktırmasalar da bir telaşlanma başlardı. Diğerleri atlarda kasanın arkasında tek kalırsam bir taraftan kafamı geri sarkıtarak arkada görüntüleri gittikçe küçülen dönek yoldaşlarıma bakarak ‘ben sizden daha fazla zevk yaptım, heyecan yaşadım’ gibisinden hava basardım, diğer taraftan da ‘ulaaa, adam bir daha yavaşlamazda… ya aşağı atlayamazsam’ diye korkuya kapılırdım. En son ki ırmakta atlamayı planladığım halde yine beklediğim kadar yavaşlamazsa, sonrasında kamyonun en hızlı gittiği anlardan birinde paniğe kapılıp ,her şeyi göze alarak atardım kendimi aşağıya. Kamyon hayatta hiçbir zaman koşamayacağım bir hızda, kafam önde olacak şekilde peşinden çekerek koştururdu beni ve sonunda dengemi sağlayamayıp yuvarlanırdım. Genelde bir kaç çizik, birazda elbise yırtıklarıyla atlatırsın bu serüveni.


Şu ana yazdıklarımı okuyan birisi ne der benim için diye düşünüyorum da, ’tozdan ve boktan hüzünlenen bir adam’ der herhalde. İnsan sevmediği birinin kirli yanağını öpmekten iğrenebilir, öptüğü yanak sevdiği birinin olursa hem öper hem de bu sevdiğimin kokusu diye beyninin dibine kazır ve orada saklar. İşte bu da öyle bir şeydir. Evet; yaylanın bana öğrettiği birinci şey budur. Yani sevmek, eksilerine rağmen gönül vermektir. Sevdiği şeylerde kusursuzluk arayan, kendisini rahatsız edici hiçbir özellik bulunmasın isteyen bir kişi acaba gerçekten sevebilir mi ? Bu yaptığına, kişinin kendi kendini sevmesi için beynindeki eksiklikleri, gedikleri başka birinin artılarıyla doldurmaya çalışması denmez mi? Sevdiğini düşündüğü şeyler, bencil amaçlarına ulaşmak için kullandığı objeler olmuş olmuyor mu? Buradan, bir insanın sevebilmesi için eksiği , gediği olmamalı gibi bir sonuç çıkmamalı. İnsan ,kendini eksileriyle sevebilmelidir, yoksa yüzyıl da yaşasa mutlu olmaz ve de mutlu edemez. Çünkü bir parçası olduğumuz doğadaki her şeyin artısı ve eksisi vardır. Canlı ve cansız tüm varlıkların bugün bilinen en küçük yapı taşı olan atomlarda bile elektronlarla pozitronlar denge halindedir. Bunlardan oluşan üst yapılar da farklı biçimlerde olsalar da, o artı ve eksilerin dengesini korurlar. İnsanda bundan dolayı artı ve eksileri olduğu haliyle insandır.


Resim

Yaylayı çevreleyen dağlarda, hayvan sürülerinin gidip gelmeleriyle oluşan patikaların çoğunda yürümüş olduğumuzdan, ’Yılmaz’ veya ‘Trabzon’ marka kara lastiklerimizin balık kılçığına benzeyen izlerini , şu anda hızla giden kamyonun üstünden göremeyeceğimi bildiğim halde yol kenarındaki bu patikaları takip eder, yine de görmeye zorlardım kendimi. Onları bile bu dağ başında bırakmaktan hüzünlenirdim.


Kemer dağının tepesini dönmeden, her yıl düşündüğüm bir diğer şeyde, acaba dedem ve babaannem bir yıl daha yaşarlar mı, seneye tekrar birlikte gelmek acaba nasip olacak mı soruları olurdu. Demek ki sevginin diğer bir anlamı da, kaybetmekten korkmakmış.


Resim

Özgürlüğün, dinamizmin, enerjinin, kısacası canlılığın kendisiydi yayla ve yaz. Yayladan inmekle bunlarında son buluyor olması, sanırım yaşamın sonlanışını hatırlattığı için daha da bir düşündürür ve hüzünlendirirdi beni. Ama en çokta, seni mutlu eden, ömrünün en güzel anlarını yaşamana neden olan yaylayı, koca bir kışın soğuğunda insansız ve bacaları dumansız bırakmak üzerdi beni. Demek ki sevginin bir anlamıda, hayatın pahasınada olsa sevdiğini yalnız ve soğukta bırakmamakmış. Ama yinede bırakıyorduk, ona daha fazla üzülsek bile.

Resim

Bülent Hakan ALTUNCU
Kasım.2005 Trabzon
Kullanıcı avatarı
Bülent Altuncu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 1533
Kayıt: Prş Ara 08, 2005 8:55 pm
Konum: Van (Erciş)

Mesajgönderen Mehmet Aydinli » Cum Nis 20, 2007 11:38 pm

Bülentçiğim yanılmıyorsam bu eski yazının" Kemer dağını dönmeden"diye önceki yazının son versiyonu ,resimlisi.İlk okuduğumuzda dalıp dalıp gittiğimiz ve şimdi de okuduğmuzda yine hala bizleri o zamanlara dalıp götürüyorsun.
Sen böyle devam et .Bakalım bizim sabır taşımız ne zaman çatlar.Bu kadar yazılarla üzerimize gelme artık :D :D
Eline ,yüreğine sağlık.
Kullanıcı avatarı
Mehmet Aydinli
Site Yönetim
Site Yönetim
 
Mesajlar: 2166
Kayıt: Sal Kas 15, 2005 11:47 am
Konum: Trabzon

Mesajgönderen Bülent Altuncu » Pzr May 13, 2007 8:55 pm

İlk paragrafın sonuna eklemek istediğim ama yazıyı siteye gönderirken elimde bulunmadığı için ekleyemediğim resmi, son yaylaya gidişimde çektim ve şimdi ekliyorum.

Karmı yağmış şu Harput'un başına
Kurban olam toğrağına taşına

Resim
Kullanıcı avatarı
Bülent Altuncu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 1533
Kayıt: Prş Ara 08, 2005 8:55 pm
Konum: Van (Erciş)

Mesajgönderen Muzaffer Mustafa Altuncu » Sal May 15, 2007 10:11 pm

Eline sağlık Dr.Bülent.... Okudukça bir hallere giriyorum..... Ama inan ki eski günleri yaşar gibi oluyor ve hem hayallere dalıyorum hem de biraz rahatlıyorum.....Teşekkür ederim....
Kullanıcı avatarı
Muzaffer Mustafa Altuncu
Bölum yetkilisi
Bölum yetkilisi
 
Mesajlar: 26605
Kayıt: Cmt Şub 04, 2006 9:12 pm
Konum: GÖLCÜK

Mesajgönderen Kamil Şahin » Cmt Haz 28, 2008 8:33 am

Sevgili Bülent hocam....!!!
Akşamki telkinin üzerine ''KEMER DAĞINI DÖNERKEN'' ki adlı yazını bir solukta okudum...!!! Malesef üzülerek söyliyeyimki: Yorumlara baktığımızda o çok anlamlı vede tam bir ŞURLU'nun duygularını çok sade vede anlamlı dile getiren bu yazına gerekli ilgi gösterilmemiş...Bunlardan biride benim...!Ama hep diyorum; Bizim forum bir derye bu konuda...Gerek yazılarıyla gerekse resimleriyle...İnanın şunu samimiyetle ifade edeyimki''NOTALJIK''resimler bölümüne birgün girdim ve kesintisiz tam beş saat bakmışım geçen zamanı hiç anlayamamışım sanki yarım saat gibi geldi bana; en son hanım ıkaz etti 'Neyapıyorsun dedi...???Seninki normal değil bu hastalık''dedi..Yinede tam bakabildiğimi sanmıyorum...!Diyeceğim yazılarıyla resimleriyle''FORUM''Gerçekten çok geniş ve zaman alıcı.. Bunedenle senin bu güzelyazınıda ancak şimdi okuyabildim...!!!
Hakikatten Bülentciğim bu yazıda bir kaç can alıcı cumlelerin varki..Biride'''Buralı olupta küçük kemerden kara güzün köye inerken(yanasıp bidaha)deyipde yaylaya geri dönüp bakmayan varmı acaba......????????...Bunu gibi çok anlamlı cümleleri hissetmeden kimse yazamazki....!!!!Bu cumleleri yazına serpiştirmen senin nedenli duygu yüklü bir hal içinde bu yazını yazdığının resmidir...!!!
İşte ben her ŞURLU'nun..okusun okumasın,orda dğup büyüsün büyümesin...Bu dugularla dolu olmasını istiyorum...Bu duyguları yaşayan,yaşatan vede sevgili Bülent gibi dile getirenlere hayranım,onlara gıptayla bakıyor ve onları kutluyorum...!!!
Kusura bakılmasın ama ben şahsen:oralarda doğup büyüyüpde hasbel kader dışarı çıkan; veya kendisi doğup büyümesede büyüklerinin binbir sıkıntı ve yoklukla yaşadığı o toprakları harırlamayan, yılda birkez ziyaret etmeyen veya sanal alemdede olsa bir kaç satır yazarak özlemini ve hasretini diler getirmeyen köylülerimi makbul saymıyorum ve tutmuyorum....!!!
Bülent hocam...!!!Güzel yazıyorsun...!!Hislerime tecuman oluyorsun...Benim gibi birçok kimseninde hislerine tercuman oluyorsun..Görevin gereği yoğunsun..Biliyorum...Buna rağmen Şahinkaya Köyü ile ilgili birçok etkinliğe katıla bilmen her türlü takdirin üzerinde...!!!Hele anabodamoda ilkbaharda çekipde siteye verdiğin resimler bir harikaydı...!!Zakrop'uda çektin ama inşallah birazdaha yeşillenmiş zamanda tekrar çekip bize armağan edersin...!!!!O çektiğin Anabodamo resimlerinden sonra:Her fırsatta amaan ısız yerler diye tartıştığım hanımımın bile fikri değişti...Evet çok güzel grup olarak gidip kalınacak yerler itirafında bulundu....!!!
Diyeceği hizmetlerin çok güzel...!ALLAH devamını getiri inşallah...!!!
Seni sevgiyle ve muhabbetle kucaklıyorum....!!!
Kullanıcı avatarı
Kamil Şahin
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 3658
Kayıt: Cum Mar 16, 2007 2:34 pm
Konum: ORDU-TRABZON

Mesajgönderen Muzaffer Mustafa Altuncu » Cmt Haz 28, 2008 8:38 am


Bazı yazılar vardır ki defalarca okusam yine okumak isterim...İşte bu yazı onlardan biri...Eline,yüreğine,gönlüne sağlık Dr.Bülent....
Kullanıcı avatarı
Muzaffer Mustafa Altuncu
Bölum yetkilisi
Bölum yetkilisi
 
Mesajlar: 26605
Kayıt: Cmt Şub 04, 2006 9:12 pm
Konum: GÖLCÜK

Mesajgönderen İrfan Altuncu » Çrş Tem 09, 2008 5:09 pm

Öyle analaşılıyorki ulaşamadığımız çok yerler var demekki,harika bir paylaşım eline koluna yüreğine sağlik diyelim Dr.Bülent.........
Kullanıcı avatarı
İrfan Altuncu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 7263
Kayıt: Cmt Haz 23, 2007 1:33 pm
Konum: kocaeli

Mesajgönderen Mehmet Zeki Sarı » Sal Ara 23, 2008 8:32 pm

teşekkürler bülent abi paylaşımın ve duyguların için.yaylaya için söylenecek çok söz ve duygu var cocukluk anılarına dair.
Kullanıcı avatarı
Mehmet Zeki Sarı
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 1575
Kayıt: Prş Eki 06, 2005 6:46 pm
Konum: istanbul


Dön CAYKARAMIZ, ŞAHİNKAYA KÖYÜMÜZ VE KUŞMER YAYLAMIZ

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir