Bir "Vatansever(!)" in Tahlili

"Düşünebilen bir nesil yaratmak ve düşüncelerimizi özgürce paylaşmak için" burada buluşalım.

Moderatörler: Muzaffer Mustafa Altuncu, Osman Nuri Sarı, Özgür Hasan Altuncu

Bir "Vatansever(!)" in Tahlili

Mesajgönderen Caner Kama » Prş May 08, 2008 11:03 am

http://antiulusal.wordpress.com/2007/05 ... -perincek/


Bu yazıyı okuduktan sonra, bir kere daha düşüncelerimden emin oldum. Artık kafamdaki ulusal(!) bir liderin bütün kirli çamaşırları kapatılmaya çalışılsa da bu internet aleminde hiçbir şey gizli kalamıyor. Sizlerle paylaşmka istedim zira eminim sizlerde şaşıracaksınız okuduklarınız karşısında.



“Gizli” Perinçek, onun bindelik oylardan oluşan siyasi kapasitesini ve etrafındaki etkili beyinler tarafından her zaman terk edilmiş “Aydınlık karargahının” boyutlarını fersah fersah aşan bir olaylar bütünü. 37 yıl boyunca devletin askeriyle, güvenlik ve istihbarat kurumlarıyla çatışmak, ama hemen her dönemde devletin içinden önemli bağlantılara sahip olabilmek acaba nasıl bir maharetti? Bizzat Perinçek’in anlatımlarında ortaya çıkan ilişkiler ağı ve en yakın arkadaşı Gün Zileli’nin itiraflarında yer alan bağlantılar, bize işte bu maharetin perde arkası hakkında önemli ipuçları sağlıyor.

Dayısı Tümgeneral Turhan Olcayto

Bu ilişkiler ağı Perinçek’in 28 Şubat sürecinde üstlendiği role, Susurluk ve benzeri toplumsal tartışmaları rayından çıkarmak için uyguladığı senaryolara, daha önce MİT ve Ordu’yu hedef alan çatışmacı çizgisine paralel olarak bu sefer Emniyet Teşkilatı’nı hedef tahtasına yerleştirmesindeki sebeplere, özellikle de Aydınlık’ın toplumda saygınlığı olan isimlere yönelik son yıllarda yaptığı sınır tanımayan yayınlara ışık tutuyor.

Perinçek’in hakim olan ve bir dönem Yargıtay Cumhuriyet Başsavcı Yardımcılığı yapan babası Sadık Perinçek, dört dönem Erzincan milletvekili seçildiği Adalet Partisi’nde Genel Yönetim Kurulu üyesiydi. Perinçek’in dayısı Turhan Olcayto, tümgeneraldi ve Ankara’da Zırhlı Tümen Komutanı’ydı. Ünlü ihtilalcilerden Tümgeneral Cemal Madanoğlu, ilk eşi Sırma Perinçek’in halasının eşiydi. Teyzesinin oğlu Gürbüz Tüfekçi, Ankara’da askeri kesimde etkili bir şahsiyetti. Perinçek’in arkadaşlarına söylediğine göre Tüfekçi, aynı zamanda Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) görevlisiydi.

Perinçek’in etrafında toplanan beyinler

Perinçek’in 1960’larda gençlik lideri olarak ortayı çıkmasını ve Dev-Genç’in başına geçmesini sağlayan şartlardan biri, böyle bir aile çevresine sahip olmasıydı. Bir diğeri, o dönemin etkin siyasi karargâhlarından olan Ankara Hukuk Fakültesi’nde okumasıydı. 1964’te mezun olduğu hukuktaki dönem arkadaşlarından ikisi sonraki yıllarda MİT Müsteşar Yardımcısı olan Mikdat Alpay ve Uğur Mumcu’ydu. Hukuk Fakültesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF) ile yanyana olduğundan, Perinçek’in etkinlik alanı bu okula da sıçradı. SBF de tıpkı hukuk gibi, siyasi çalkantıların tam odağındaki okullardan biriydi. Şahin Alpay, Cengiz Çandar, Nuri Çolakoğlu, Ömer Madra, Cüneyt Akalın, Halil Berktay gibi o dönemin parlak SBF ve ODTÜ asistanları, Perinçek’in etrafında toplandı. Perinçek de, 1968’de devrimci gençliğin en üst kuruluşu olan Fikir Kulüpleri Federasyonu (Dev-Genç) başkanlığına seçildiğinde Ankara Hukuk’ta asistandı.
İşte bu noktada, Fikir Kulüpleri Federasyonu’na (FKF) Dev-Genç adını veren kişi, yani 27 Mayıs 1960’ın ihtilalci subaylarından Kadri Kaplan üzerinde durmak lazım. 1968 şiddet olaylarının gerisindeki FKF’ye “Dev-Genç, dev gibi genç” diyen Kadri Kaplan kimdi ve Perinçek’le ilişkisi neydi? Albay Kadri Kaplan, 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde kitlesel öğrenci hareketlerini örgütleyen ve organize eden kişiydi. Hedef, Türkiye’deki istikrarsızlığı derinleştirmek ve Baas tipi bir sol cuntanın ihtilalle işbaşına gelmesini çabuklaştırmaktı. Organize ettiği büyük eylemlerden biri Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının 30 Ekim 1968’de Samsun’da başlayıp 10 Kasım 1968’de Ankara’da noktaladıkları Mustafa Kemal yürüyüşüydü. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu eski mensuplarından Uğur Cankoçak, 13 Mart 1996 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, Kaplan’ın istihbarat bağlantılarına sahip bir kişi olduğunu belirterek, “Albay Kadri Kaplan’ın başkanı olduğu 27 Mayıs Milli Devrim Derneği kanalıyla Fikir Kulüpleri Federasyonu’na kanca atılmış ve Ankara’da Dev-Güç (Devrimci Güç Birliği) diye bir hareket başlatılmıştır. İşte bu hareket içerisinde Kadri Kaplan bir konuşmasında FKF’lilere, ‘Dev genç, dev gibi genç’ diyerek Dev-Genç’in adını koymuştur.” diyor.

Kadri Kaplan’la ilişkisini ve Dev-Güç olayını Perinçek şöyle anlatıyor. “FKF Genel Başkanı seçilmemden kısa bir süre sonra 27 Mayıs Milli Devrim Derneği Genel Başkanı Albay Mucip Ataklı’dan bir mektup aldım. Mektupta irticanın şahlanışından, cuma sabahı toplu namazlarından, gerici saldırılardan söz ederek, bunlara karşı devrimci kuruluşları ortak mücadeleye çağırıyordu. Bu ortak mücadelenin zeminini ve hedeflerini tespit amacıyla yapılacak toplantıya FKF de davet ediliyordu. Bu toplantı 1968 nisan başında Milli Devrim Derneği (MDD) genel merkezinde yapıldı. FKF’yi temsilen ben katıldım. 1968 yaz döneminde ilk defa geniş ölçüde gençlik hareketleri, fakülte boykot ve işgalleri oldu. FKF olarak demokratik üniversite talebiyle harekete geçirilen gençliğin bu mücadelesini destekledik. Boykot ve işgallerde yalnız üniversite sorunları ile ilgili değil, bütün halkların talepleriyle ilgili sloganlar atmalarını savunduk.”



1960 darbesine davetiye çıkaran miting

Perinçek’in sözünü ettiği bu toplantıda, Devrimci Güç Birliği kararı alındı, yani Dev-Güç doğdu. Sol çizgideki gençliğin en üst örgütlenmesi olan FKF’yi, Dev-Güç’e dahil eden kişi Perinçek’ti. Bu toplantıya MDD’den Mucip Ataklı ile birlikte Albay Kadri Kaplan’ın da katıldığını belirten Perinçek, Kaplan’ın aynı yıl 28 Nisan günü Ankara’da yapılan mitingin icra komitesi başkanlığına seçildiğini belirtiyor. Bu mitingin, 28 Nisan 1960’ta Adnan Menderes iktidarına karşı yapılan gençlik hareketinin yıldönümünde yapılması, yeni bir ihtilal davetiyesi olduğunu açıkça göstermekteydi. Peki Perinçek’in Kadri Kaplan’la ilişkisi nasıl gelişmişti? Perinçek, “Kadri Kaplan, Mucip Ataklı’ya göre daha solda bir tutum gösterdi. Sosyalistlere karşı daima dostça davrandı. Birkaç kere FKF’ye gelerek genç sosyalist arkadaşlarla tartışmalarda bulundu.” diyor. Kuşkusuz, Kadri Kaplan FKF’ye sadece genç sosyalistlerle tartışmaya gitmiyordu. Ama Perinçek, onunla yaptığı görüşmelerin ayrıntılarını vermiyor. O günlerin Türkiyesi’nde henüz kayda değer bir dini hareket yokken Ankara’da Dev-Güç tarafından yapılan “laiklik ve irtica” açık oturumunun üç konuşmacısından biri yine Kadri Kaplan’dı. Diğer ikisi, 27 Mayısçı subaylardan ve ölümüne kadar Perinçek’in yanından ayrılmayan Suphi Karaman ve Prof. Bahri Savcı’ydı.

FKF eski genel başkanlarından Hüseyin Ergün, bu süreçte gençliğin nasıl manipüle edildiğini şöyle anlatıyor: “FKF’yi tam olarak ele geçirip adını Dev-Genç olarak değiştirdiler. Bu süreçte görünmez bir el, gençleri her gün biraz daha şiddete yöneltti. Kaçaklar, kahramanlar yarattı. Bunlar basında öne çıkarıldı. Kantinde oturup, yurtlarda kalıp sağa sola ateş eden kaçaklar, gençlik liderleri olarak takdim edildi. Onlar da bu oyundan hoşlandı. Kendilerini Fidel’e, Che’ye benzetmeye başladı. Bunlara, fitili ateşlerlerse halkın arkalarından geleceği söylendi. Amerikalıları, İsraillileri kaçırmaları empoze edildi. Dağa çıkmaları için yönlendirildiler. Hapishaneden kaçırıldılar. Elbette onlar, bunu kendi öz iradeleriyle yaptıklarını düşünüyorlardı. İş biraz alevlenip de bazı istihbarat örgütleri bunlarla açık açık temasa başlayınca, bunu da güçlendiklerine yordular. İyi niyetleri ve oyunu sezememeleri yüzünden, Türkiye o dönemde en civelek gençlerini hapislerde, pusularda, işkencelerde, idam sehpalarında kaybetti. Bu da yetmedi. Bu gençler aşırılık yarışına sokuldu. Bin parçaya bölündüler. Her bir fraksiyon kendisini gerçek devrimci olarak lanse ediyordu. Bu ortamda birbirlerini de kırdılar.”

Maocu Bozkurtlar

Perinçek’in macerasında, Hüseyin Ergün’ün üzerinde durduğu, “Türk solunun bin parçaya ayrılmasının” özel bir yeri var. 1969’da meydana gelen “Kanlı Pazar” olayında, Taksim meydanına “Ne ABD ne Rusya, bağımsız demokratik Türkiye” pankartı ile giren topluluk ilk etapta, acaba yeni bir milliyetçi hareket mi doğuyor sorusunu sordurmuştu. Ne var ki, bu grup Aydınlıkçılardı. Yöneldikleri merkez Pekin, ilham aldıkları kişi Çin’in Komünist lideri Mao Zedung olan bu yeni Maocu hareketin lideri Perinçek’ti. Perinçek ve arkadaşları o günden itibaren artık “Maocular” olarak anıldı. Maocular, sahneye çıktıkları günden itibaren Türk solunda adeta bir çıbanbaşı oldu. 1970’lerin gençlik liderlerinden Mahir Çayan’ın Perinçek için söylediği, “Kişiliklerinde devrim yapamayanlar, devrimci olamazlar.” cümlesi, Türk solunun Perinçek’e bakışını en iyi yansıtan değerlendirme. Çayan, bu sözü 1969’daki Dev-Genç kongresinde Perinçek’in yüzüne karşı söyledi.

Sadece Çayan ve arkadaşları değil, Deniz Gezmiş de dahil dönemin neredeyse tüm devrimci grupları, ele geçirdiği Dev-Genç’i cuntacıların oluşturduğu Dev-Güç’ün emrine veren Perinçek’i “işbirlikçi” ve “sahte devrimci” olmakla suçladı. Mihri Belli, Perinçek grubu için “Bunlar kampüs Maocusu” derken; Hikmet Kıvılcımlı Aydınlıkçıların faaliyetlerini “Mao kalpazanlığı, CIA sosyalizmi” olarak nitelendiriyordu. Perinçek ve arkadaşları için o yıllarda en ilginç yakıştırmayı Moskovacılar yaptı ve onlara “Maocu Bozkurtlar” adını taktı. Nitekim Perinçek kısa sürede Dev-Genç’in başından uzaklaştırıldı.

Böyle başlayan ve 1990’lara kadar süren Aydınlıkçılarla Devrimci Sol gibi öteki sol gruplar arasındaki çatışmalarda, çeşitli ölüm olayları da meydana geldi. Yine böyle bir çatışmanın ardından Halkın Kurtuluşu grubu Perinçek için “Halka ve devrime ihanet eden revizyonist şef”, Aydınlıkçılar için “Aydınlık çetesi” nitelemesini yaptı. Perinçek’in sol ve devrimci hareketlerdeki parçalanmalarda nasıl kilit bir rol aldığını, 1990’a kadar 30 yıl boyunca Aydınlık hareketi içinde yer alan Gün Zileli’nin şu sözlerinde görmek mümkün: “Bölünme kaçınılmaz değildi; eğer hiziplerin başındaki liderler, en başta Doğu Perinçek bölünmeyi istemeseydi. Perinçek, o zamanki liderlerin içinde kendisinin bir misyon için dünyaya geldiğine en fazla inanan kişiydi. Doğu, bölünmeyle ortaya çıkan bir hareketin tek ve değişmez lideri olmayı çok öncelerden kafasına koymamış ve buna uygun bir strateji izlememiş, iradesini samimiyetle devrimcilerin bölünmemesi yönünde kullanmış olsaydı bölünme önlenebilirdi.”

Perinçek’in Türk solunu bölme ve provoke etme misyonunu yansıtan en ilginç olaylardan biri, 1969’da Ankara’da yapılan 19 Mayıs mitingi sırasında zamanın Ankara Emniyet Müdürü Nazmi İyibil’in, kesin uyarılarına rağmen Kızılay meydanına girmeye teşebbüs ederek polisle çatışmasıydı. Gün Zileli, bu olayı “Doğu, bu kör parmağım gözüne eylemini neden örgütlemişti? Bugün baktığım zaman bunun bir sebebi, asker, sivil aydın zümrenin hareketlenmesinin yarattığı cunta beklentilerinin bu tür eylemler ve çatışmalar yoluyla daha da yoğunlaştırılması isteği olabilir.” sözleriyle yorumluyor.

Aydınlıkçılarla sol grupların çatışması

1977’de yine Ankara’da düzenlenen “ekonomik ve demokratik haklar” mitinginde Aydınlıkçılarla diğer gruplar arasında çatışmalar çıkınca, o tarihte “İlerici Yurtsever Gençlik” dergisinde çıkan şu değerlendirme de aynı paraleldeydi: “İlerici demokratik hareketten dışlanmaları Maocu Bozkurtları daha da çılgınlaştırıyor. [i]Maoculuk, emperyalist gericiliğin ve işbirlikçi tekelci burjuvazinin hizmetindedir. Maoculuğu hâlâ iyi niyetle değerlendiren, devrimci hareketin bir kolu olarak gören çeşitli demokratik çevreler ve Maoculuğun yalanlarına kapılmış namuslu dürüst insanlar, artık Maoculuğun devrimci hareketin bir kolu olarak değil, emperyalist güçlerin hizmetinde karşı devrimci bir akım olduğunu anlamalıdırlar.”

Perinçek’in başrolünde olduğu soldaki çatışmalar hakkında ilginç bir bilgiyi de Yarbay Talat Turhan’ın liderliğindeki Genç Kemalistler Ordusu davası sanıklarından Havacı Üsteğmen Göngör Türkeli veriyor. Türkeli, “Harbiye’den Babıali’ye” adını taşıyan anılarında, bir grup arkadaşıyla 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde Toros dağlarında yaptıkları bir kampın, muhtıradan sonra Perinçek tarafından ihbar edileceği haberini aldıklarını belirterek, “Toroslardan döndükten sonra arkadaşlar Perinçek’in bu Toros çalışmamızı ihbar edeceğini duymuşlar. Oktay Etiman ile son yaptığım telefon görüşmesinde, ‘Hemen Doğu Perinçek’e haber gönderdim. Böyle Toros moros lafı etmesinler. Kendileri için iyi olmaz.’ dedi. Bir daha da Perinçek’in ağzından Toros lafını duyan olmamış.” Türk solundaki çeşitli grupları, “Solun 49 fraksiyonu” başlığıyla yazı dizisi yapan da Aydınlık’tı.

Perinçek’in, Türkiye’nin yakın tarihinde oynadığı karanlık rolleri daha iyi görmek için onun siyasi kişiliğine de mercek tutmak gerekiyor. Perinçek’in kişiliğini yansıtan en önemli değerlendirmelerden biri, FKF eski genel başkanlarından Yusuf Küpeli’ye ait. Küpeli, Perinçek için “Burjuva politikacılığının ustası” demişti. Gerçekten de, “Dün dündür, bugün bugündür” felsefesi doğrultusunda onun kadar çeşitli dönemlerde birbirine taban tabana zıt davranışlar sergileyen, yıllarca savunduğu bir ideolojiyi bir çırpıda kenara atan ikinci bir siyasi figür ve “ihtilalci” görmek hayli zor. Aynı anda hem devrimci hem de cuntacı olunamayacağına göre, Perinçek’in yıllardır kendisini kamufle edebilmiş olması, ancak Yusuf Küpeli’nin sözleri ile açıklanabilir.

Her zaman dayanacak bir güç buldu

1997’de 28 Şubat sürecinin bir askeri darbeyle sonuçlanması için elinden gelen tüm çabayı harcayan, “Tanklar hipodromda resmi geçit yapılsın diye mi satın alınıyor zannediyorsunuz?” diyen Perinçek; böyle bir darbeyi, proleteryanın beklediği devrim olarak gösterecek kadar, kendisini kaybetti. Oysa aynı Perinçek, 12 Mart döneminde askeri bir cuntayla iktidarı ele geçirmek isteyen Doğan Avcıoğlu grubunu eleştirirken şöyle diyordu: “Bunlar sivil ve asker aydınların kuvvetine dayanarak iktidarı ele geçirmeyi tasarlıyorlardı. Bunlar emperyalizmle uzlaşmaya hazırlardı. Bu grubun önde gelen isimleri olan Doğan Avcıoğlu, İlhan Selçuk ve Devrim dergisi yazar kadrosunu sayabilirim.”

Semih Hiçyılmaz, 28 Mart 1998’de Evrensel gazetesinde Perinçek’in bu siyasi zikzaklarına şu çarpıcı yorumu getirmekteydi: “Perinçek’in farklı zamanlarda savundukları birbirinin tamamen zıttı olarak görünse bile, aslında bir bütünlüğe ve tutarlılığa sahip. O her zaman egemen güçler içerisinde dayanacak bir güç daha buldu ve bunun üzerinden politika yaptı. Bu çizginin gereği olarak da bazen İran Şahı Rıza Pehlevi’yi ve Marcos’u devrimci güçler içerisinde ilân etti, bazen de devletin bütünlüğü için sıkıyönetim komutanlarına ‘yardımcı’ oldu. Dün Milli Selamet Partisi ile Milli Birlik Hükümeti kurmak için ittifak görüşmeleri yaptı, bugün şeriata karşı tankların yanında yeralıyor.”

Perinçek’in bu tutarsız davranışlarının en çarpıcı örneklerinden biri, 1974’teki Kıbrıs Barış harekatını işgal” olarak nitelendirdikten sonra, 2004’te bu kez “Kıbrıs elden gidiyor” mitingleri düzenlemesi ve Kızıl elma koalisyonunun içinde yer alması. 1974 affıyla serbest kalan Perinçek ekibinin, yeniden sahneye çıkışı, Türk ordusunun Kıbrıs’a çıkışını işgal olarak nitelendiren eylemlerle olmuştu. Birçok il ve ilçede barış harekatını kınayan salon toplantıları, korsan gösteriler, çeşitli bildiri ve afiş asma işleri yaptılar. Perinçek grubu, Kıbrıs Türklerinin direnişini yöneten Türk Mukavemet Teşkilatı’nı da hedef almıştı. Perinçek’e göre Özel Harp Dairesinin Kıbrıs’taki özel şubesi olan bu teşkilat, Türkiye’deki tertip ve kışkırtmaların ocağıydı. Bu faaliyetler üzerine Aydınlık’ın çeşitli illerdeki büroları güvenlik güçlerince basılıp 50 kadar Aydınlıkçı tutuklanırken, Aydınlık’ın Ankara ve İstanbul’da dağıtımı yasaklandı. 2004’e geldiğimizde Perinçek ve arkadaşları bu sefer, “Kıbrıs Türk’tür Tük kalacaktır, Türkiye’nin savunması Kıbrıs’tan başlar” sloganlarıyla ortaya çıktı.

Göz boyamacı politikada zaman içinde epeyce ustalaşan Perinçek, 1991’de TRT’deki liderler açıkoturumunda “İllegalleşen devlet en büyük terörist haline gelmiştir. Kürt illeri can pazarına dönmüştür” şeklindeki konuşmasından dolayı aldığı kesinleşmiş 14 aylık hapis cezası sebebiyle 28 Eylül 1998 günü Haymana cezaevine konulmasını “Süper NATO örgütünün” bir tertibi olarak nitelendirirken, cambazlığın en ileri noktasına ulaştı. Perinçek, El Kaide’nin 11 Eylül saldırılarından sonra, süper terör örgütleri dönemine girildiğini belirten Mahir Kaynak’ın kızı Prof. Ülke Arıboğan’dan ilham alarak NATO’nun başına süper kelimesini getirip yeni bir örgüt ihdas etti, ama bu teorisi onun kesinleşmiş hapis cezası sebebiyle cezaevinde olması gerekirken neden dışarıda olduğunu ve yıllarca ülkeyi karıştırmaya yönelik faaliyetlerini sürdürdüğünü izaha yetmiyordu. Yani bu mızrak, hayali ‘Süper NATO örgütü’nün çuvalına dahi sığmıyordu. Süper NATO senaryosu, yine onun bir göz boyamasıydı. Asıl cevap vermesi gereken konu, bunca yıldır neden içeride değildi. Örneğin, 5 Eylül 1993 günü Sabah’ta Nuriye Akman’la yaptığı röportajda, “Ben ne zaman istersem o zaman hapse girerim.” deme güç ve cesaretini nereden alıyordu?

TSK hakkındaki “U” dönüşleri

Perinçek’in belki de en çarpıcı “U” dönüşleri Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) hakkında oldu. 1970’lerde TSK için Aydınlık sayfalarında “faşist ordu” nitelemesi yapılıyordu. 1990’larda, PKK ile terör mücadelesinin en kritik ortamında, TSK’yı zaafa düşürecek her türlü yayını Perinçek’in 2000’e Doğru dergisinin sayfalarında görmek mümkündü. Perinçek, TSK’nın Kürt illerinde soykırım yaptığını öne sürmekteydi. Tıpkı 1980 öncesinde olduğu gibi, yine kontrgerilla dizileri ve infaz haberleri yayınlayarak, terör mücadelesindeki askerlerin motivasyonunu kırma çabasındaydı. Bunlarla yetinmedi, Bekaa Vadisi’ne iki defa gidip Öcalan’la görüşmeler yaptı ve bunları dergisinde yayımladı. Nasıl ki 1980 öncesindeki yayınlarıyla Ordu’yu ve MİT’i hedef alıp, her iki kurumda oluşturduğu zaafiyetlerle Türkiye’nin 12 Eylül 1980’e gelmesine katkı sağladıysa, 1990’da da aynı taktiği uygulamaktaydı. Hedefi yine Türkiye’nin bir iç çatışma ve darbe ortamına sürüklenmesiydi.

Bu emellerine ulaşamayan Perinçek, 28 Şubat sürecinde ani “U” dönüşleri yapmaya başladı. Perinçek için TSK artık “Devrimci Ordu” idi ve Cumhuriyet devriminin mevzilerine girmişti. “Ordumuz tankları resmi geçit için almadı” diyen Perinçek’e göre artık Ordu Cumhuriyet rotasına ve başkanı olduğu İşçi Partisi’nin mevzisine girmişti. Üstelik Türkiye’de Ordu eliyle, İşçi Partisi’nin programı uygulanacaktı. Şubat 1997’de, “Devrim kanunları uygulansın” afişleriyle arkadaşlarını sokağa çıkardı. Peki Perinçek geçmişte TSK için neler söylemişti? Perinçek’in, 1970’lerde “emperyalizmin silah depoları” ve “hakim sınıfların emrindeki bir kurum” olarak gördüğü Ordu’dan silah temin edebilmesi için Ordu’ya sızması gerekiyordu. Sızmanın bir diğer gerekçesini Gün Zileli şöyle belirtiyor: “İşçi köylü devrimi peşindeki bir hareket, Ordu’yu bölmek amacıyla Ordu içinde, özellikle genç subaylar arasında örgütlenebilir.” Perinçek’in bu sızma faaliyetlerini nasıl yaptığı ve hangi subaylarla ilişki kurduğu, 12 Mart 1971 muhtırasından sonra ortaya çıktı. Perinçek’in ihtilalci örgütü ile ilişkisi tespit edilen subaylar, “Kara Kuvvetleri Devrimci Subaylar Örgütü” ve “Şafak Subaylar grubu” davalarından yargılandı.
Perinçek’le ilişkilerinden dolayı yargılanan subayların bazıları 1997’lere kadar aktif görevlerini sürdürdü. Bunlardan biri, halen Hacıbektaş Belediye Başkanı olan emekli Tuğgeneral Ali Rıza Selmanpakoğlu, bir diğeri 28 Şubat döneminde Genelkurmay Basın ve Halkla İlişkiler Daire Başkanı olarak görev yapan Kurmay Albay Hüsnü Dağ’dı. Perinçek, aradan geçen bunca zaman diliminde, Ordu’ya kanca atmayı hep sürdürdü. Nitekim, 24 Eylül 1998 tarihinde Ankara’da İşçi Partisi Genel Merkezine yapılan baskında içeriden Genelkurmay’a ait çok sayıda gizli dokümanın çıkması bunun kanıtıydı. Genel Başkan Yardımcısı Hasan Yalçın’ın odasından, Özel Harp Daire Başkanlığı’nca tercümesi yapılan Propaganda ve Psikolojik Harp isimli kitap, Genelkurmay Başkanlığı Özel Harekat İcra Komutanlığı’nın yayını olan İç Güvenlik Harekat Konsepti isimli kitabın fotokopisi, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nca hizmete özel kaşesi ile yayınlanan Türkiye’de Yıkıcı ve Bölücü Akımlar kitabının fotokopisi çıktı. Perinçek, bu dokümanları nasıl temin ettiklerini anlatırken, “Herhangi bir konuda aydınlanmak istediğimiz zaman, yetkililer tarafından bize buradan okuyun diye bu dokümanlar verilir.” diyor.

“Karanlık” dosyada Öcalan’la ilişkiler

Perinçek, “Bu dokümanları bize yetkililer verir” derken doğru söylemiyordu. Çünkü Ocak 1997’de Genelkurmay Başkanlığı Perinçek hakkında üç ayrı suç duyurusunda bulunmuştu. Bu suç duyurularından biri onun PKK ile ilişkileri sebebiyleydi. Genelkurmay’ın, “PKK destekçisi” olarak gördüğü bir kişiyi muhatap alıp bu dokümanları vermesi mümkün değildi. O halde Perinçek bunları yine kendi yöntemleriyle elde etmişti. Hemen her dönemde devletin etkili kurumlarına kanca atan Perinçek’in ve Aydınlık’ın “yaşaması” için bu ilişkiler zorunluydu. Bunun çarpıcı bir örneğini Gün Zileli anlatıyor. 12 Mart 1971 muhtırası öncesinde Ankara’da bir pastanede Perinçek ve arkadaşları toplantı yaparken, içeriye girip masalarına gelen bir er, “Beni komutanım yolladı, sizi uyarmam için. Haberiniz olsun takip ediliyorsunuz.” diyor. Bu sırada Perinçek ve arkadaşlarının kendilerine biçtiği görev, muhtemel bir sağ darbeye karşı direnmek, beklenen sol darbeyi de olumlu yönde geliştirmekti.
Perinçek, menfaatleri neyi gerektiriyorsa TSK ve komutanlar hakkında hep o şekilde konuştu. Söz konusu kişi Perinçek olunca “U” dönüşlerinin yeri ve zamanı yoktu. Nitekim 28 Şubat sürecinin kudretli ismi Orgeneral Çevik Bir emekli olunca Perinçek’in hedeflerinden biri oldu. Perinçek’e göre Çevik Bir, ancak bir “Clinton Atatürkçüsü” olabilirdi.

Doğu Perinçek’in karanlık dosyasındaki en enteresan bölümlerden biri de onun PKK lideri Abdullah Öcalan’la ilişkileri. Perinçek’le Öcalan’ın yolları, ilk defa 31 Mart 1972 günü Ankara Üniversitesi SBF’de kesişti. Öcalan SBF’de birinci sınıf öğrencisi, Doğu Perinçek ise komşu fakülte hukukta asistandı. 31 Mart 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de öldürülünce SBF’de başlayan dersleri boykot eylemine katılanlardan biri de Öcalan’dı. SBF’de “Şafak” başlıklı bir bildiri dağıtılarak, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının engellenmesi için ayaklanma çağrısı yapılmıştı. İşte bu bildiriyi kaleme alan kişi Perinçek’ti. Boykotçu öğrenci grubunun elebaşılarından olan Öcalan, sağ elinde Perinçek’in bildirisi ile sol elini kaldırarak “Bağımsız Türkiye” diye bağırmaktaydı.

1979’a gelindiğinde, Öcalan Apocular örgütünün, Perinçek ise Aydınlık hareketinin lideriydi. Artık yolları ayrılmıştı. Apocular, Aydınlık mensuplarına saldırıp öldürüyor ve Aydınlık’ın doğuda satılmasını engelliyordu. Aydınlık, 27 Ağustos 1979 günü, “Apocu cinayet şebekesinin şefi, işte Apo” manşetiyle çıktı ve Öcalan’ın o güne kadar hiç yayınlanmamış bir fotoğrafını birinci sayfadan büyükçe girdi. Fotoğrafın altında, “eşkıya çetesinin şefi” yazısı yer almaktaydı. Doğu Perinçek, 6 Ağustos 1979 tarihli Aydınlık’ta “Apocular” başlığını kullandığı yazısında, “Apocular denilen cinayet çetesi, yalnız başına bir it güruhu, bir başı bozuk takımı değildir. Bu çetenin yaptıkları işlerde devlet içindeki suç odaklarının, en gerici güçlerin damgasını bulabilirsiniz.” demekteydi. Aydınlık’ın bir başka başyazısında ise şöyle deniliyordu: “Apocu katiller çetesi, doğu bölgesinde önüne gelene saldırdı. Çok sayıda insanı öldürdü. Bu grup kendisinden olmayan herkesi düşman görüyor. Elemanları ise profesyonel katillerden oluşuyor. Fakat sert kayaya çarptılar. Devrimci hareket, Apocu sürüye gelene kadar çok zorbayla karşılaştı. Biz onların ağababası Kontrgerilla’yı da biliriz. Apocu katillerin sonu da yakındır. Çünkü bunlar halkın başına bela kesilmiş bir zorba çetesidir. Apocuların cinayetlerine bir son verilmesi için, üzerine gitmenin zamanı gelip geçmektedir. Bu katiller çetesinin hesabının görülmesi ülkemizin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir.” Perinçek-Öcalan kavgasında; Aydınlıkçılar PKK için “MİT’in kurdurduğu ajan provokatör çete” nitelemesini yaparken, Apocular ise Aydınlıkçılar için “Karşı devrimci, işbirlikçi Kemalistler” diyordu.Öcalan’ın gücünü alarak meclise girmek

Ancak tam on yıl sonra Perinçek ve Öcalan Bekaa Vadisi’nde el ele kol kolaydı, üstelik birbirlerine gül veriyorlardı. 1989 Ekim ve 1991 Nisan’ında Bekaa’daki PKK kampını ziyaret edip Öcalan’la röportajlar yapan, bunları 2000’e Doğru dergisinde yayınlayan Perinçek, 20 yıl boyunca onbinlerce masum insanın, asker ve polisin kanına giren Öcalan’ın gücünü arkasına alarak Meclis’e girmeye heveslendi.

Perinçek, Mart 1992’de bu kez yardımcısı Ferit İlsever’i Bekaa Vadisi’ne gönderdi ve 2000’e Doğru dergisinde geniş bir Öcalan röportajı daha yayınladı. Perinçek için artık, PKK bir cinayet şebekesi değil, “yasallaşması” gereken bir hareketti. 5 Eylül 1993 günü Sabah’ta yayınlanan röportajında, “PKK için Apocu cinayet çeteleri diye yayın yaptınız. Sonra onlar gerilla kardeşleriniz oldu ve PKK yasallaşsın dediniz. PKK’nın şimdiki cinayetleri halka karşı değil mi?” sorusuna, “Zaman zaman halka karşı oluyor, ama esas yönü halka karşı değil. Sonraki gelişmeler, PKK’nın emekçilerle birleşen bir damarı olduğunu ortaya koydu. Pratik içerisinde PKK’nın yoksul köylülerle birleşen bir atılımı olmuştur” cevabını veren Perinçek’ti.

Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1996’da yayınlanan sözlerinde, “Maceraya ve provokasyona hiçbir zaman karışmadık, bu eğilimlerle her zaman mücadele ettik. Askeri darbe tertiplerine alet edilemedik. Partimiz her zaman emperyalizme karşı mücadeleye öncelik vermiştir.” diyen Perinçek’e inanmak mümkün mü? 1971’de Ankara’da İsrail Büyükelçiliği’ni bombalatmaya gönderdiği elemanı elinde bombanın erken patlaması sonucunda ölmeseydi; Perinçek tarihe “bombacı” olarak geçecekti. Perinçek’in 1971 yılı aralık ayı sonunda İsrail Büyükelçiliği’ni bombalamaya gönderdiği Kasım kod adlı Bakırköylü İsmet, Filistin’deki kamplarda eğitim görmüş bir Aydınlık elemanıydı.[url][/url][url][/url]
Kullanıcı avatarı
Caner Kama
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 226
Kayıt: Cum Mar 03, 2006 4:15 pm

Mesajgönderen Bekir Kiran » Prş May 08, 2008 12:38 pm

caner abım eline saglık
En son Bekir Kiran tarafından Sal Haz 03, 2008 11:19 pm tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
Bekir Kiran
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 463
Kayıt: Pzr Oca 15, 2006 12:22 pm
Konum: KIRIKHAN

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Prş May 08, 2008 2:25 pm

Bu yazıyı yazan kim? "Selami". Kim peki bu selami? Bu kadar "derin" bir yazıyı yazan vatandaş sıradan biri olamaz değil mi? Peki neden bir soyadı yok bunun? Utandığı sakladığı bir şey mi var? Sen bu yazıyı buraya korken soyadını vermekten sakınmıyorsun da bu "Selami" neden sakınıyor?

Bu yazıyı yayımlayan kim?
Bu siteyi yayımlayan kim?
Bu yazıdaki herhangi satırların doğruluğunun kefili kim?
Şimdi ben sana belge ile yalan olduğunu gösterdiğimde hesap sorabileceğin biri var mı?
Sen dönemle ilgili hangi kaynağa bakarak burada yazılanların doğru olduğu kanaatine ulaştın?
Kaynaklarla yalan üstüne yalan ortaya döküldüğü zaman sen mi utanacaksın yoksa bu sayfalardan mı kızarmalarını bekleyeceksin?
Psikolojik savaşın ne olduğu hakkında bilgin var mı?
5000 tane saf bu yazı ile bilgi ve fikir sahibi olur ancak bunların sadece 3 tanesi bilgiye ulaşır kalan 4997 saf istenildiği şekilde yönlendirilmiş olur ve bunun adı psikolojik savaştır. Aman birileri ABD'nin Kıbrıs projesine engel olmaya mı çalışıyor hemen o kişiler hakkında bir takım söylentiler, yazılar, gazete haberleri dökülür ortaya, ilgili kişi ve kurum üstünde karanlık bulutlar toparlanır ve halkın oradan uzak durması sağlanır, takır takır yürür Kıbrıs projesi. Aman birileri taaaa emperyalist merkezlere kadar gidip yalanlarını belgeleri ile suratlarına vurup soykırım yasatasarısı tezgahlarını boşa çıkaracak mı oldu hemen psikoljik savaş memurları kağıda kaleme gazeteye televizyonlara sarılır o kişinin karanlık geçmişi üzre bin türlü tezgahı hazırlarlar. 5000'in 4997 safı ile böyle yürür gider planlar projeler.

Fikirleri tartışmak çerçevesi içinde yürümek yerine bu tür kaynaksız yalan dolan ile götürmeyi tercih edeceksen ben seninle de uğraşmayacağım. Vaktimi ve zamanımı yeni açacağım Bir !Dinseverin Analizi başlığında değerlendiririm, hem de o işi yalan dolanla değil belgeler ile yaparım olur biter. Yukarda onca palavra içinde 2 tane doğru var biri Kıbrıs analizi, diğeri Doğu'nun 91 seçimlerinde tv konuşmasında söylediği söz. Geriye kalan her şey masal. Mahir Çayan demiş ki, Halkın Kurtuluşu demiş ki. Mahir Çayan'ın hangi dediğine inandınız hayatınız boyunca da bu dediği size doğru geldi? Halkın Kurtuluşu'nun hangi dediğini önemsediniz de şimdi önemsiyorsunuz? Mahir Çayan'ın kişiliğinde devrim yapamayanlar diye saldırdığı Doğu'ya neden saldırdığını biliyor musun? Önemli mi? Mahir Çayan kendisi gibi düşünmeyenleri şiddet ile yola getirmeyi savunduğu ve Doğu Perinçek buna karşı çıktığı için Mahir bu lafı söylemiş ve yazmıştır. Kişilikte yapılacak devrim devrimci olmayan küçük burjuvaların pataklanarak devrimci yapılması oluyor. Yani Doğu zamanında sen gibilerin dövülerek adam edilmesine karşı çıktığı için bugün bu istihbarat yazısında Mahir'in ağzından eleştiriliyor, vay beeee. Bugüne kadar Perinçek'le alakalı binlerce yalan duydum ama bu yazının sahibi tüm sınırları zorlamış, bayağı komedi yapmak zorunda kalacağız sanırım.

Bak Caner Kama kardeşim, bu yazı bir istihbarat servisi yazısı. Yayımlayan web sitesi, yazar vs.. ortada değil, kim olduğunu bilmiyorsun ve hiç bir zaman öğrenemeyeceksin. İçeriğini kontrol etmek gibi bir derdin zaten yok ama hasbelkader olsa ve öğrensen dönüp beni kim aptal yerine koydu diye soramazsın bile. Sen akıllı birisin, lütfen azcık kullan onu. Bekir Kıran kardeşim, sen bildiğin gibi devam et.
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Bekir Kiran » Prş May 08, 2008 3:25 pm

güzel yazi
En son Bekir Kiran tarafından Sal Haz 03, 2008 11:19 pm tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
Bekir Kiran
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 463
Kayıt: Pzr Oca 15, 2006 12:22 pm
Konum: KIRIKHAN

Mesajgönderen Caner Kama » Prş May 08, 2008 3:36 pm

Sevgili Yılmaz abi, gerçekten de sende siyasi bir cevher var, bunu eleştirmek için değil bir meziyet olarak söylüyorum. Sözü çok iyi çeviriyorsun, soğuk savaş döneminde Amerika'daki sosyalist aydınların "kominist!" diye fişlenip hapse atılması, sindirilmeleri gibi sende de hemen "işbirlikçi, ajan" sıfatlarını kullanıyorsun. Dediklerin doğru olabilir, ama hayır bunlar gerçek değil, sadece Kıbrıs ile TV konuşması doğrudur demek iddialı bir sözdür. Bunu diyebilmen için senin Perinçek ile uzun zaman geçirmiş olman, yanından hiç ayrılmamış olman gerekir, mantıken böyle olması lazım.

Mahir Çayan, devrimin silahlı mücadele ile olabileceğini savunmuş ve nihayetinde de bir çatışmada öldürülmüştür. Perinçek ile ayrışım noktaları sanırım yazıda geçiyor, Perinçek silahlı mücadeleden uzak durduğu için zaten Mahir Çayan tarafından "devrimi içselleştiremeyenler, devirmci olmazlar" demiştir. Sorun bu değil aslında sorun Perinçek'in kendini koyacağı bir kalıbın olmaması; sol derseniz sol değil, sağ derseniz sağ da değil, kendine özgü bir siyasi oluşum ve bu yazıda kulvarı olan sol'da da aslında o kadar makbul bir siyasetçi olmadığını ben gördüm. Yazılanlar doğru olmayabilir ama bu yazılanlara karşı bir inandırıcı kanıtların olması tabiki ben ve benim gibi serbest düşünen bireylerin fikirlerini tabiki değiştirebilir.

Ben bu yazıyı yazanın kim olduğunu öğrenemeyecem, Perinçek'in de ne yapmaya çalıştığını da.....Yazıdakilerin benim fikrim olduğunu söylemek istemiyorum, bu zaten mantıken yanlış olur sadece kendimce doğru bulduğum yönlerinin fazla olmasından dolayı sizlerle paylaşmak istedim.

Anlaşamazsak da Yılmaz abi seninle burada tartışmak güzel, tıpkı İhsan Şahin ağabeyim gibi, gerçekten yazdığı okunacak kişilerle bu site sayesinde muhattap olmaktan mutluyum; düşünce açısından belki birbirimizi etkileyemeyiz ama tartışma kültürü açısından sizlerden çok şey öğreneceğim bir gerçek...
Kullanıcı avatarı
Caner Kama
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 226
Kayıt: Cum Mar 03, 2006 4:15 pm

Mesajgönderen Bekir Kiran » Prş May 08, 2008 10:01 pm

:D
Kullanıcı avatarı
Bekir Kiran
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 463
Kayıt: Pzr Oca 15, 2006 12:22 pm
Konum: KIRIKHAN

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Cum May 09, 2008 2:34 am

Taraf ve Samanyolu-Zaman-Atv-Sabah tv-gazetelerinde günler boyunca çıkan İşçi Partisi'nde yargıtay krokisi bulundu, Yargıtay'a saldırı yapacaklardı haberini okudun, izledin. İlgili krokiyi Taraf manşete koydu, Samanyolu, Atv-Zaman-Sabah ise günlerce haber yaptı. Taraf gazetesindeki krokinin altında bu krokinin İşçi Partisi'nin basılmasından 1 hafta önce Taraf gazetesinden başka bir yere fakslandığına ait bilgiler açık seçik ortaya döküldü. Yani bir kroki vardı evet ve bu Taraf'a aitti ve bir suikast düzenlenecekse bunun sahibi Taraf idi. Bu İşçi Partisi tarafından kamuoyuna duyuruldu ve savcılığa suç duyurusunda bulunuldu. Daha sağlam bir belge olabilir mi? Yalanın, psikolojik savaşın, alçaklığın daha büyük bir belgesi olur mu? Peki bu gazete ve tv'ler yalanları ve alçaklıkları ortaya çıktığında ne yaptılar? Ergenekon soruşturmasını yürüten savcı ne yaptı? Hiç bir şey. Yalan ve psikolojik savaş ortaya döküldükten sonra bile aynı yalana devam ettiler. Sen yalan olduğunu bile bile o kaynaktan beslenmeye devam ediyorsun çünkü bu yalana inanmasan bile bu yalan sayesinde yapılan işe hayransın. Bu yalanı kim hazırladı? Bu gazete ve televizyonlara kim servis etti? Ortaya çıktıktan sonra halkın haber alma hakkını yok sayarak kim sakladı? En temel insan haklarından biri olan temyiz hakkı yasalar ve hukuk hiçe sayılarak nasıl engellendi? Yukarda verdiğin yazıya bu olayı da ekle. İşçi Partisi'nde kroki bulundu, Yargıtay'a saldırı yapacaklardı de ve inan buna. Bir kalemde sen eklediğin bu metni sağda solda yayımla ve okuyacak inanacak 3-5 saf da sen bul. Eğer istediğin bu ise, yalana inanmak ve teslim olmak istiyorsan ben buna engel olamam. Bu senin gerçeğe olan saygı ve bağlılığınla alakalı bir durum.
Perinçek ile çok uzun zaman geçirdim evet ama yukarda yazılanların yalan olduğunu anlayabilmek için buna gerek yok. 1 günlük bir çalışma bunların yalan olduğunu anlayabilmek için yeterli. Bak sana yol göstereyim.

Yeni Yüzyıl gazetesinde, 1996’da yayınlanan sözlerinde, “Maceraya ve provokasyona hiçbir zaman karışmadık, bu eğilimlerle her zaman mücadele ettik. Askeri darbe tertiplerine alet edilemedik. Partimiz her zaman emperyalizme karşı mücadeleye öncelik vermiştir.” diyen Perinçek’e inanmak mümkün mü? 1971’de Ankara’da İsrail Büyükelçiliği’ni bombalatmaya gönderdiği elemanı elinde bombanın erken patlaması sonucunda ölmeseydi; Perinçek tarihe “bombacı” olarak geçecekti. Perinçek’in 1971 yılı aralık ayı sonunda İsrail Büyükelçiliği’ni bombalamaya gönderdiği Kasım kod adlı Bakırköylü İsmet, Filistin’deki kamplarda eğitim görmüş bir Aydınlık elemanıydı.

Bu yalan ile ilgili bir gazete haberi, bir resmi gayrıresmi polis iddianamesi, herhangi bir gazete kupürü, herhangi bir kayıt bul ve göster ben diğer yalanların tamamını yutacağım. Bakırköylü İsmet :D Kod adı da Kasım :D Bunun da soyadı yok :D Yazıyı yazan sahtekar Filistin'de eğitim görmüş bir Aydınlıkçı olduğunu biliyor, Doğu'dan talimat aldığını biliyor, kod adını bile biliyor ama soyadını bilmiyor :D Nasıl olsa bu yazıyı okuyan saflardan biri bir milli kütüphaneye gidip dönemin gazete dergilerini karıştırıp bu tür bir olay olup olmadığını kontrol etmez rahatlığında dangalak.

Ancak tam on yıl sonra Perinçek ve Öcalan Bekaa Vadisi’nde el ele kol kolaydı, üstelik birbirlerine gül veriyorlardı. 1989 Ekim ve 1991 Nisan’ında Bekaa’daki PKK kampını ziyaret edip Öcalan’la röportajlar yapan, bunları 2000’e Doğru dergisinde yayınlayan Perinçek, 20 yıl boyunca onbinlerce masum insanın, asker ve polisin kanına giren Öcalan’ın gücünü arkasına alarak Meclis’e girmeye heveslendi.

Bak apo 3 Mayıs 1993 günü Gündem gazetesi'nde ne diyor:
“Sayın Doğu Perinçek de buraya geldi. İlk pratik politika önerim şu oldu. Dedim ki, bir devrim merkezi var, onun parlamenter sözcüsü ol. Bu güzel bir şey. Eğer bir parlamenter sözcüsü olsaydı, Kürt-Türk birlikteliği de çok iyi gelişebilirdi. Kim kardeşlik istemiyor. Bize ikide bir milliyetçi diyorsunuz. Seni kendi ülkesinde ve devrimin bir merkezinde milletvekili adayı önerecek kadar Enternasyonalizme yatkınlık gösteren bir hareket mi milliyetçidir, yoksa buna tenezzül etmeyen, kendini çok üstte gören bir anlayışın sahibi mi milliyetçidir? Ve ben fazla anlamlı bulamadım...Tenezzül etmediler.” (APO - Gündem Gazetesi, 3 Mayıs 1993)

Ne imiş, Perinçek tenezzül etmemiş. Öcalan'ın gücünü arkasına alarak meclise girmeye heves etmemiş, etse imiş SHP listesinden milletvekili olacakmış, olmamış. Peki ne etmiş Perinçek? Amerikaya uşaklık etmeyin, BOP'a alet olmayın demiş. Demiş de ne olmuş? Yazının sahibi dangalak rahatsız olmuş. Çok yazık.

1979’a gelindiğinde, Öcalan Apocular örgütünün, Perinçek ise Aydınlık hareketinin lideriydi. Artık yolları ayrılmıştı. Apocular, Aydınlık mensuplarına saldırıp öldürüyor ve Aydınlık’ın doğuda satılmasını engelliyordu. Aydınlık, 27 Ağustos 1979 günü, “Apocu cinayet şebekesinin şefi, işte Apo” manşetiyle çıktı ve Öcalan’ın o güne kadar hiç yayınlanmamış bir fotoğrafını birinci sayfadan büyükçe girdi. Fotoğrafın altında, “eşkıya çetesinin şefi” yazısı yer almaktaydı. Doğu Perinçek, 6 Ağustos 1979 tarihli Aydınlık’ta “Apocular” başlığını kullandığı yazısında, “Apocular denilen cinayet çetesi, yalnız başına bir it güruhu, bir başı bozuk takımı değildir. Bu çetenin yaptıkları işlerde devlet içindeki suç odaklarının, en gerici güçlerin damgasını bulabilirsiniz.” demekteydi. Aydınlık’ın bir başka başyazısında ise şöyle deniliyordu: “Apocu katiller çetesi, doğu bölgesinde önüne gelene saldırdı. Çok sayıda insanı öldürdü. Bu grup kendisinden olmayan herkesi düşman görüyor. Elemanları ise profesyonel katillerden oluşuyor. Fakat sert kayaya çarptılar. Devrimci hareket, Apocu sürüye gelene kadar çok zorbayla karşılaştı. Biz onların ağababası Kontrgerilla’yı da biliriz. Apocu katillerin sonu da yakındır. Çünkü bunlar halkın başına bela kesilmiş bir zorba çetesidir. Apocuların cinayetlerine bir son verilmesi için, üzerine gitmenin zamanı gelip geçmektedir. Bu katiller çetesinin hesabının görülmesi ülkemizin en önemli sorunlarından biri haline gelmiştir.” Perinçek-Öcalan kavgasında; Aydınlıkçılar PKK için “MİT’in kurdurduğu ajan provokatör çete” nitelemesini yaparken, Apocular ise Aydınlıkçılar için “Karşı devrimci, işbirlikçi Kemalistler” diyordu.

Bak her satırı doğru, şaşırtıcı, çok enteresan :D


Doğu Perinçek’in karanlık dosyasındaki en enteresan bölümlerden biri de onun PKK lideri Abdullah Öcalan’la ilişkileri. Perinçek’le Öcalan’ın yolları, ilk defa 31 Mart 1972 günü Ankara Üniversitesi SBF’de kesişti. Öcalan SBF’de birinci sınıf öğrencisi, Doğu Perinçek ise komşu fakülte hukukta asistandı. 31 Mart 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de öldürülünce SBF’de başlayan dersleri boykot eylemine katılanlardan biri de Öcalan’dı. SBF’de “Şafak” başlıklı bir bildiri dağıtılarak, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamının engellenmesi için ayaklanma çağrısı yapılmıştı. İşte bu bildiriyi kaleme alan kişi Perinçek’ti. Boykotçu öğrenci grubunun elebaşılarından olan Öcalan, sağ elinde Perinçek’in bildirisi ile sol elini kaldırarak “Bağımsız Türkiye” diye bağırmaktaydı.

Hem Türkçe açısından hem kurgu açısından ne kadar sefil bir cümle olduğunu fark edebiliyor musun? Perinçek'le Öcalan'ın yolları SBF'de kesişmiş. Nasıl olmuş o? Öcalan SBF'de öğrenci iken Perinçek de yan fakültede (SBF değil) asistan imiş :D bak seeeeen. "Hem de 31 Mart 1972’de Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de öldürülünce SBF’de başlayan dersleri boykot eylemine katılanlardan biri de Öcalan’dı." E bunun Doğu ile alakası ne? Yok ama yazan açısından da hiç bir şeyin önemi yok, okuyucu nasıl olsa koyun, ne kadar "olumsuz" şey doldurursam o kadar iyi derdinde şarlatan. Bildiri "Şafak" başlıklı değil, bilmiyor cahil, Perinçek'in önderlik ettiği hareketin yayın organı'nın adı. Ama o da önemli değil okuyucu nasıl olsa hem saf hem ilgilenmiyor. Perinçek Şafak adlı yayın organında Deniz Gezmiş'lerin idamını protesto eden bir yazı yazmış ve Bağımsız Türkiye demiş. Eeeee? Kusur mu işlemiş? Apo'nun sağ elinde bildiriyi tutup sol elini kaldırarak bu bildiriyi dağıttığı gibi bir (en saf insanın bile bunun bir kurgu olduğunu anlayabileceğinden korkmuş olmalı) enstantaneyi iliştirerek korkunç bir darbe daha indirmiş oldu Perinçek'e. Al sana Perinçek'in kara dosyası. Perinçek'in kara dosyası değil ama bu sefilliğin yazarının utanç dosyası.

Perinçek, “Bu dokümanları bize yetkililer verir” derken doğru söylemiyordu. Çünkü Ocak 1997’de Genelkurmay Başkanlığı Perinçek hakkında üç ayrı suç duyurusunda bulunmuştu.

Ocak 1997'de Genelkurmay'ın Perinçek hakkında 3 suç duyurusunda bulunduğunu söylüyor şarlatan. Google gibi bir nimet var elinizin altında. O tarihteki gazetelere ulaşma şansınız var. Girin ve değil 3, 1 adet suç duyurusu bulun ben gene tüm yazıyı yutacağım.


Perinçek’in belki de en çarpıcı “U” dönüşleri Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) hakkında oldu. 1970’lerde TSK için Aydınlık sayfalarında “faşist ordu” nitelemesi yapılıyordu. 1990’larda, PKK ile terör mücadelesinin en kritik ortamında, TSK’yı zaafa düşürecek her türlü yayını Perinçek’in 2000’e Doğru dergisinin sayfalarında görmek mümkündü. Perinçek, TSK’nın Kürt illerinde soykırım yaptığını öne sürmekteydi. Tıpkı 1980 öncesinde olduğu gibi, yine kontrgerilla dizileri ve infaz haberleri yayınlayarak, terör mücadelesindeki askerlerin motivasyonunu kırma çabasındaydı. Bunlarla yetinmedi, Bekaa Vadisi’ne iki defa gidip Öcalan’la görüşmeler yaptı ve bunları dergisinde yayımladı. Nasıl ki 1980 öncesindeki yayınlarıyla Ordu’yu ve MİT’i hedef alıp, her iki kurumda oluşturduğu zaafiyetlerle Türkiye’nin 12 Eylül 1980’e gelmesine katkı sağladıysa, 1990’da da aynı taktiği uygulamaktaydı. Hedefi yine Türkiye’nin bir iç çatışma ve darbe ortamına sürüklenmesiydi.

1970'lerde yayımlanan Aydınlık nüshalarının ve 1980'lerde yayımlanan 2000'e doğru dergilerinin tamamı burda bende var, milli kütüphanede de var. Bekir Kıran'ı da al gel. "Faşist ordu" nitelemesini ya da TSK'nın Kürt illerinde "soykırım" yaptığını iddia eden bir satır bulun ben gene yutacağım tüm yazıyı. Yalan söyleyen şerefsizin, namussuzun en önde gidenidir diyorum, hodri meydan. Yok eğer bu satırlar yalan ise bu yazıyı yazan namussuz şerefsizdir. Ama gene önemi yok nasıl olsa bir Allah kulu açıp bakmayacak. Keza arkadaş Kontrgerilla yazı dizisinden de rahatsız ve zaten tüm yazının özeti bu satırlar. Aydınlık 1978 yılında Kontrgerilla yazı dizisi yaparak CIA tarafından Türkiye'de kurulan ve 1 Mayıs katliamı, Maraş katliamı vb.. büyük katliamları organize eden, işkenceci alçakları isim isim halkın karşısına çıkarmış teşhir etmiş ve kontrgerillayı etkisiz hale getirmiştir. Bu yazının sahibinin adresi de orasıdır işte, tüm sıkıntısı budur. Mehmet Eymür'dür o isim, yazının sahibi, sen bilemezdin ben bildireyim sana. Fettullahçı Aksiyon'un siparişi ile mason kontrgerillacı yazıyor bu yazıyı ve sen gibi inanmaya meyilli insanlar "fikir" sahibi oluyor. Samimi olarak söylüyorum, yazık. ABD'nin Türkiye halkının başına bela ettiği bir Haçlı mürtecinin peşinden yürüyorsunuz, kötü değilsiniz ama büyük hata yapıyorsunuz.

Şimdilik bu kadar, aşağıdan yukarı teker teker gidecektim ama bir dangalağın yalanları ile gereğinden çok fazla zaman harcadım. Allah akıl verdi bize, değerlendirmek gerek yoksa haksızlık olur.

Selamlar!....
En son Yılmaz Ersezer tarafından Pzt May 12, 2008 12:25 pm tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Caner Kama » Cum May 09, 2008 8:26 am

Ah zamanım ve imkanım olsa da konuyu araştırsam. Zira Milli Kütüphane de bana yabancı değil, arşivler de ama dedim ya zaman ve mikan meselesi; inşallah bir gün bu imkan elime geçecek ama yine ben yazılanlar kadarını bilebilirim zira o dönemleri ben yaşamadım ancak ve ancak 90'lı yılların sonlarından beri gelişmeler hakkında gazete ve tv lerden takip ettiğim kadarını bilebilirim.
Kullanıcı avatarı
Caner Kama
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 226
Kayıt: Cum Mar 03, 2006 4:15 pm

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Cmt May 10, 2008 4:44 pm

Sevgili Caner, eğer Türkiye siyasetini ve tarihini, gazete ve tv'lerden takip etmeye çalışırsan gerçeğe ulaşma şansın olmaz. Gazete ve televizyonlar uluslararası sermayenin-tekellerin malıdır. Onların çıkarlarını ihtiyaçlarını topluma kendi çıkar ve ihtiyaçları imiş gibi gösterir, "insan" imal ederler. Toplum mühendisliği denilen, toplumları bir takım değerlerini kullanarak uluslararası sermayenin çıkarları doğrultusunda yönlendirme faaliyetinin asıl unsurlarıdır bunlar. Görevleri kritik gerçekleri gizlemek, halkın doğrulara ulaşmasına engel olmaktır. Asgari %88'i Amerika karşıtı olan Türkiye halkının 1940'lardan beri nasıl olupta Amerika çıkarları doğrultusunda faaliyet gösteren hükümetlere sahip olduğu sorusunun cevabı da tam buradadır. Keza 1940'lardan beri ilk defa Amerika rotasından kopma belirtileri gösteren Türk ordusuna saldırmanın bugünlerde bu kadar kolay olmasının sebebi de budur. Bir Türk kuvvet komutanı helikopteri düşürülerek öldürülür, onun öldürülmesini ortaya çıkaran, cinayetin arkasında ABD olduğunu kamuoyuna belgeleyen komutan da çeteci olur, sıradan insanlar da inanır, bu kadar kolay. Mesela Veli Küçük, Eşref Bitlis suikastını ortaya döktüğünde bundan tek satır bahsetmeyen gazete ve televizyonları al ele. Bir Türk Tuğgeneral (Veli Küçük), bir Türk kuvvet komutanını (Eşref Bitlis) ABD'nin öldürdüğünü iddia ediyor, kimler tarafından nasıl yapıldığını kamuoyuna duyuruyor ama hiç bir gazete televizyon bundan tek satır bahsetmiyorsa durum son derece açıktır. Bu olayı halktan saklayan hiç bir gazete televizyona güvenemezsin, kimin oldukları ortadadır. Keza ABD, Veli Küçük'ten intikamını aynı unsurlarla almakta. Ne güzel dünya, ne güzel Türkiye!...
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen İlyas Hasret Uygun » Pzt May 12, 2008 2:45 pm

Vallahi hic kusura bakmayin okuyamam bu kadar yaziyi.
Kullanıcı avatarı
İlyas Hasret Uygun
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 511
Kayıt: Cum Eyl 16, 2005 12:53 pm
Konum: Moskova

Mesajgönderen Caner Kama » Pzt May 12, 2008 7:39 pm

Hasret abi, sana ne kadar hak veriyorum bir bilsen :D ama ne yapayım daha kısasını bulamadım :) :roll: :roll: :roll:
Kullanıcı avatarı
Caner Kama
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 226
Kayıt: Cum Mar 03, 2006 4:15 pm

Mesajgönderen Bekir Kiran » Pzt May 19, 2008 12:34 am

katılıyorum
En son Bekir Kiran tarafından Sal Haz 03, 2008 11:20 pm tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
Bekir Kiran
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 463
Kayıt: Pzr Oca 15, 2006 12:22 pm
Konum: KIRIKHAN

Mesajgönderen Hakan Durgun » Pzt May 19, 2008 9:29 am

İlahi Bekir kardeş ya...
Perişan ettin şu Yılmaz ı yahu...
Adamın verecek cevabı kalmadı sana,köşeye sıkıştı resmen.

Şimdi birileri ,ikidebir tövbe edip artık bu sayfalara uğramayacağını söylediğin halde, döne dolaşa aynı şeyleri ne diye yazıyorsun diye sana saldırabilir;sakın aldırma! Aynen devam etmelisin.Bu sayfaların ve dahi bu memleketin sen gibi genç yaşta bu birikime ulaşmış,kalemi kuvvetli,mizah yeteneği ileri derecede gelişmiş,kıvrak zekalı arkadaşlara ziyadesiyle ihtiyacı var...
Hakan Durgun
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 63
Kayıt: Cum Ara 30, 2005 4:10 pm

Mesajgönderen Caner Kama » Pzt May 19, 2008 9:33 am

Saldırmak da ne anlama geliyor hakandurgun? Kimse düşüncesini açıklamayacak mı? Saldırmak mı lazım?
Kullanıcı avatarı
Caner Kama
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 226
Kayıt: Cum Mar 03, 2006 4:15 pm

Mesajgönderen Bekir Kiran » Pzt May 19, 2008 12:40 pm

:D :D
En son Bekir Kiran tarafından Sal Haz 03, 2008 11:21 pm tarihinde düzenlendi, toplamda 1 kere düzenlendi.
Kullanıcı avatarı
Bekir Kiran
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 463
Kayıt: Pzr Oca 15, 2006 12:22 pm
Konum: KIRIKHAN

Sonraki

Dön DÜŞÜNCE PLATFORMU

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir

cron