Hz.Peygamber'in mucizesi neydi?

"Düşünebilen bir nesil yaratmak ve düşüncelerimizi özgürce paylaşmak için" burada buluşalım.

Moderatörler: Muzaffer Mustafa Altuncu, Osman Nuri Sarı, Özgür Hasan Altuncu

Hz.Peygamber'in mucizesi neydi?

Mesajgönderen İlkay Durgun » Prş Nis 12, 2007 1:54 pm

Hz. Peygamber’in mucizesi neydi?
Bu rivayetlerde anlatılan peygamber portresinin Kur’an’ın anlattığı peygamber portresine uyduğunu söylemek mümkün değildir

--------------------------------------------------------------------------------


--------------------------------------------------------------------------------

“Dediler: “Yerden bir pınar fışkırtmadıkça, hurmalıklardan ve üzümlüklerden bir bahçe yapıp aralarından çaylar akıtmadıkça yahut iddia ettiğin gibi göğü üzerimize parça parça düşürmedikçe veya Allah’ı ve melekleri karşımıza açıkça getirmedikçe, altından bir evin olmadıkça ya da gökyüzüne çıkıp oradan bize özel bir mektup getirmedikçe sana inanmayacağız.” De ki: “Rabbimin şanı yücedir. Ben sadece bir beşer, sadece bir elçiyim.” (İsra; 17-90-93).


Kur’an’da buna benzer onlarca ayet vardır.


Bu ayetlerde inkarcıların “mucize” taleplerinin ısrarla reddedildiğini görüyoruz.


Durum buyken, Hz. Peygamber’in “işaret parmağı ile ayı yardığı”, “bir kap hurmaya dokununca binlerce askerin ondan doyduğu”, “çağırınca ağacın yanına geldiği”, “gelecekte meydana gelecek nice olayları haber verdiği” vb. türden rivayetler de neyin nesi oluyor?


Kanaatimce bunlar, Müslüman bilincin, eski dünya dinlerinin kendi peygamberlerine atfettiği bir takım mucizeleri kendi peygamberinde de görmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Bunların bir takım kitaplara dahi sızmış olması, gerçekte de öyle oldukları anlamına gelmez. “Eleştirel analize” tabi tutularak ayıklanmaları gerekir. Bu konuda büyük sorumluluk altında olduğumuzu düşünmekteyim.


Bu rivayetlerde anlatılan peygamber portresinin Kur’an’ın anlattığı peygamber portresine uyduğunu söylemek mümkün değildir.


Öyle ki ipin ucunun iyice kaçırıldığını görüyoruz. Bu tür rivayetlerde anlatılan peygamberin, gerçek hayat mecralarında bizlere örnek (usve-i hasene) olması mümkün müdür? Rüya gibi gelip geçmiş, içimizden birisi değil; hayallerde resmedilen, rüyalarda görülen, sırlı, gizemli, büyülü, tütsülü bir dünyanın muhayyel kahramanı…


Eh, böylesi bir peygamber de, olsa olsa halk vaizlerinin, serazat nâtların, buhurlu kandil ve mevlid gecelerinin peygamberi olabilir. Yaşayan, gerçek hayattaki Allah’ın “kulu” ve “resulü” değil…


***


Kur’an’ın anlattığı peygamberin, kendisine iki “azîm” şey verilen ve insanlığı üç noktada “inzâr” eden (uyaran/uyanışa çağıran) bir “Allah’ın kulu ve elçisi” olduğunu görüyoruz.


Kendisine verilen iki “azîm” şey: “Hulq-i azîm” ve “Kur’an-ı azîm”dir. (Kalem; 68/1, Hicr; 15/87). Buradaki “azîm” sözcüğünü lütfen aklınızda tutun. “Gelecekte şunlar olacak” diye uyardığı/uyanışa çağırdığı (inzar) üç şey de “ölüm”, “afet” ve “kıyamet”ten ibarettir…


Üzerinde en az bir yarım saat düşünmediğim tek bir ayeti kalmayan Kur’an’dan benim anladığım budur.


Bunların dışında ne olağandışı mücizeler göstermiş ne de gelecekten haberler vermiştir. Çünkü o bir din adamı olmadığı gibi, sihirbaz ve kâhin de değildir. Ve fakat etrafında toplanan sahabeleri yarınlar için yönlendirdiğini, hedef gösterdiğini, teşvik veya uyarılarda bulunduğunu da görüyoruz. Bunlar inkarcıların isteği doğrultusunda mucizeler göstermek veya gelecekle ilgili kehanetlerde bulunmak anlamına gelmez.


Nebi, peyâm-ber: haber getiren/haberci demektir. Peygamber kehanette bulunmaz ancak inzâr eder. Yani ölüm, afet ve kıyamet hakkında insanları uyarır/ uyanışa çağırır. Bunların kaçınılmaz olduğunu, bunlardan birisi gelip çatmadan önce aklımızı başımıza toplamamızı, tövbe ederek Allah’a dönmemizi, bunun için de Allah’ın buyruklarına uymamızı ister. Bundan bizzat kendini de sorumlu tutar. Söylediklerine en önce kendisi uyar. Çünkü hep Müslümanların ilki/öncüsü olmakla emrolunduğunu söylemiştir.


Kâhin kehanette bulunur, sihirbaz ise büyücülükle göz boyar. Peygamber ise inzar ile tebşir eder. Yani kötüleri uyarır, iyilere müjde verir. Kahin “olmamış olanı”, sihirbaz da “olağandışı olanı” meslek edinmiş kişidir. Peygamber ise “olmakta olanı” (ölüm, afet) ve “olacak olanı” (kıyamet) haber verir/uyarır. Üstelik bunu meslek icabı da yapmaz; lütuf ve rahmet olarak yapar. Ne yazık ki çoğu müslümanın zihninde bunlar birbirine karışmış durumdadır…


***

Az önceki ayetlerde geçen “azîm” kelimesi Arapça’da büyük, şanlı, görkemli demek olduğu gibi, kelime kökü olarak “kemik” anlamına da geliyor.


Bu durumda hulq-i azîm; dik duran, omurgalı, ilkeli bir ahlakı, asil bir karakteri, kemikleşmiş değerleri, kararlı bir duruşu olan, önüne çıkan ilk engelde onları eğip bükmeyen anlamına gelir.


Bu durumda Kur’an-ı azîm de; dik duran, omurgalı, ilkeli, asil sözleri olan, kararlı bir duruş sergileyen, konjöktüre göre eğilip bükülmeyen, bir takım kemikleşmiş değerlerini ısrarla vurgulayan ve onların dile gelen soylu sesi demek olur.


“Konjoktüre göre eğilip bükülmeyen kemikleşmiş değerlerin” ne olduğuna ise birazdan geleceğiz.


***


Kur’an’da “mucize” kelimesinin geçmediğini görüyoruz. Bunun yerine kullanılan kavram “ayet”tir. Ayet ise apaçık ortada olan, olmakta olan demektir. Dolayısıyla mucize talepleri karşısında apaçık ortada olan, olmakta olan, oluş halinde olanla inkarcıların karşısına çıkıldığını, ancak bununla cevap verildiğini görüyoruz.


Şüphesiz, Hz. Peygamber’in ruh dinginliği/termemiz vicdanı (ruhu’l-kuds) üzerinden insanlığa seslenen, dipdiri yaşam kaynağı ve yarattıkları üzerinde titreyenden (hayyu qayyum) başkası değildi.


Öyleki, Hz. Peygamber manevi yükselişinde (urûc, mi’râc) bir yay mesafesi kalıncaya kadar O’na yaklaştı, hatta daha da fazla…


Son ufuk çizgisindeki hayret makamına (sidretu’l-münteha) kadar gitti…


Melekût aleminde nura garkoldu. Rabbinin en büyük ayetlerini gördü…


Fakat kalbin/gönlün/vicdanın (fuâd) gördüğüne göz yalan demedi.


Göz ne şaştı, ne de gördüğünü aştı… (Necm; 53/5-18)


Bunlar ne demektir?


M. İkbal’in yorumuyla, yani Hz. Peygamber miraca yükseldiğinde Allah’ta yok olmadı. Kendini kaybetmedi. Kişiliğini ve benliğini korudu fakat O’nu da aşmadı. Nura garkoldu, O’ndan aldığı feyz ile dopdolu hale geldi ve “azîm/muazzam” hareketini başlatmak üzere yeryüzüne döndü. Eğer bir veliye kalsaydı, oradan dönmez ve Allah’ta fenafillah olurdu.


Fakat o döndü çünkü Allah bizi kendinde yok olmamız (fena) için değil; kendimizi O’nda açmamız, geliştirmemiz, kendimiz olmamız, meydana çıkarmamız, yapmamız, etmemiz, eylememiz (abd) için yaratmıştı.


Demek ki Allah ile insan arasında “karşılıklılık” (ecr) ilişkisi vardır. Bu interaktif, dinamik bir ilişkidir. Buna göre insanoğlu, Allah katında değerinin ne olduğunu anlamak istiyorsa, kendi katında Allah’a ne değer verdiğine bakmalıdır. O neyse, öteki de odur.


O peygamber ki, bir yay mesafesince O’na yükselmiş olmasına rağmen yeryüzüne geri dönmüş ve Mekke’nin en kaba saba müşrikleriyle, Medine’nin kalleş münafıklarıyla, çölün dar kafalı bedevileriyle uğraşmıştır. 23 yılın sonunda Allah’tan aldığı o feyz ile yeryüzünün “azîm” sahibi “muazzam” insanlarını yetiştirmiş, kardeşlik devrimi yapmış, ahlak mucizesi gerçekleştirmiştir.


İşte Hz. Peygamber bunu, sahip olduğu azîm ahlak (hulk-azim) ve vicdanında yankılanan Kur’an-ı azîm gibi bir “burhan-ı hakikat” ile başarmıştır. Elinde böyle bir güç ve imkan varken gerisi onun için zaittir (fazlalıktır, gereksizdir).


Çünkü onun ahlakı Kur’an’dı. O bir yürüyen/yaşayan Kur’andı.


İnkarcıların “olağandışı” mucize taleplerine hep “olmakta olanı” yani oluş halinde olanı; tarihi, tabiatı ve hayatı göstererek cevap verdi.


Tarihin meydanına, sahip olduğu azîm ahlak ve vicdanında yankılanan Kur’an-ı azîm ile çıktı. Karşı konulamayan, aciz bırakan (muciz) işte buydu.


Onun mucizesi bütün karakterini kuşatan muazzam ahlakı ve dilinden dökülen Allah’ın muazzam kelimeleriydi. Bu ikisini kendinde birleştirmiş, onun için de yürüyen Kur’an olmuştu. Bunlar onda kemikleşmiş, ete kemiğe bürünmüştü; yani “azîm” hale gelmişti.


***

Düşünelim, bir insan için en büyük güç nedir?


Lekesiz, günaha bulaşmamış bir hayat değil midir? Dahası bunu hiçbir şart altında eğip bükmemesi, bozmaması değil midir? Bundan daha büyük bir güç ne olabilir?


İşte Hz. Peygamberde olan buydu.


Bunun önünde duralamazdı ve durulamadı da…


Yine düşünelim, en büyük, en güçlü söz hangisidir?


Vicdanın derinliklerinden gelen söz değil midir? Dahası bu sözün hiçbir şart altında susmaması, eğilip bükülmemesi değil midir? Bundan daha büyük bir söz ne olabilir?


İşte Kur’an’da olan buydu; “Bu kız çocukları hangi suçundan dolayı diri diri toprağa gömüldü?”


Bu söz Mekke’nin sokaklarında yankılanmaya başlayınca, kılıcını kınından çeken “Kılıcım bu sözün arkasındadır” dedi ve Hz. Peygamberin etrafında kenetlendi. “Söz” vicdanın derinliklerinden geliyordu. Çünkü vicdanın sesi, her doğan Ademoğlunun zürriyetinde; fıtratında, ruh dünyasında yankılanın iç ses (qalu bela) demekti. (Araf; 5/172). Çünkü her doğan çocuk bu fıtrat üzere doğmaktaydı. Kelimelere dökülen o fıtratın sesiydi.


İşte gerçek hayat dertlerinin dini (dinu’l-gayyime) buydu.


Fil dişi kulelerinin değil; gerçek hayatın dertlerine eğilen, onlar üzerinde titreyen, onlar için sık sık ayağa kalkan, oraların sesi, eğilmeyen, bükülmeyen yolu (ı’vecen gayyime) buydu. “I’vec/âc” kök olarak fil dişi kulesi demek, “gayyime” da çokça ayağa kalkan…


Yaratıklarına karşı bigane, tahtına kurulmuş alemi seyreden Zeus değil; dipdiri yaşam kaynağı ve yarattıkları üzerinde titreyen (hayyu gayyum) bu demekti…


Bunun içindir ki Hz. Peygamberin azîm (kemikleşmiş, durmuş, oturmuş) ahlakında sevgi, merhamet, doğruluk, dürüstlük, erdem, yiğitlik, mertlik, haya, güven, sadakat, asalet, vefa, dostluk, kardeşlik gibi gerçek hayat mecralarında akan büyük hasletler vardı. Onun mucizesi yani insanı acze düşüren ve karşı konulamayan şey bu hasletlerden ömrü boyunca hiç şaşmaması, kararlılıkla sürdürmesi, ete kemiğe büründürmesi, gittiği her yerde yürüyen/yaşayan hale getirmesiydi.


Bunun karşısında kim nasıl durabilirdi?


Lekesiz bir hayat karşısında tutunmak mümkün müdür?


Günümüzde bile, pisliği, yolsuzluğu, hırsızlığı, gizli günahı, ikiyüzlülüğü, aldatması, sümen altında bekletilen dosyası, sahte faturası, usulsüzlüğü, ortaya çıkarılacak kaseti vs. olmayan birisinden daha güçlü kimdir?


Böylesi bir kişilik karşısında her tür iftira, saldırı, karalama kampanyası tel tel dökülmez mi? Bugün olmazsa yarın, yarın olmazsa öbür gün…


Böyle birisini kim tutabilir?


İşte Hz. Peygamberin karşısında bunun için tutunamadılar.


Çünkü karşı çıkanların her biri günahın içine batmıştı. “İlk taşı hiç günah işlemeyen atsın” dense, onun dışında atabilecek yoktu. Kirlenmişlerdi, her birinin nice gizli günahları vardı ve onlar asıl bundan dolayı yerlerinden kıpırdayamıyordu. Her şeyden kaçabilirlerdi ama kendi vicdanlarından kaçamazlardı ve kaçamadılar da…


Yolsuzlukları, hırsızlıkları bir türlü önleyemeyen düzenler neden devam edip durur sanıyorsunuz? Taraflar zaten işin içinde de ondan. Bu tür düzenlerde kimse kimsenin aleyhine fazla ileri gidemez çünkü işin içinde kendileri de vardır. Hepsinin elinde, rakibinin aleyhine zamanı geldiğinde piyasaya sürülecek gizli dosyalar bulunur. Bunun içindir ki yolsuzluk düzenleri bir türlü yıkılamaz. Bir “mucize” beklenir ama bir türlü çıkmaz. Çünkü içlerinde kırk yıl lekesiz ömür sürmüş bir “el-emin” yoktur.


***


Kur’an’ın özünde Allah’ın birliği (tevhid), bölünmez bütünlüğü (samed), sevgi ve merhamet (rahmet), iyilik, güzellik, doğruluk (salihat), doğruluk ve dürüstlük yolu (sırat-ı mustakim), korku ve titreme (huşu), saf bir yürek temizliği (ihlas), sağduyudan şaşmayan bilgelik (hanif) vardı.


Ezilenlerin (mustezafîn) yeryüzünün önderi olacağı, zalimlerin, despotların, tiranların, büyüklük taslayanların (müstekbir) kaybedeceği, eninde sonunda sözün namusunun (sıdk), iyiliğin ve adaletin galip geleceği vaadi vardı.


Bunun karşısında kim nasıl durabilirdi? Ne zamana kadar durabilirdi?


İnsanlık vicdanının (basâiru li’nnâs) ve insanlığın anayolunun/temel değerlerinin (hablun minen-nâs) sesi ve soluğu olduğunu ilan eden bir kitap, dünya durdukça insanlığın dimağında yankılanmaya devam etmez mi?


İşte Hz. Peygambere verilen mucize buydu.


Hz. Peygamberin azîm ahlakı ve içinde insanlığın şerefi olan Kur’an-ı azîm onun elindeki yegane mucizeydi. Kur’an’ın icazı, dil ve edebiyat harikası oluşundan ziyade, içeriğinden, konularından ileri gelmekteydi. İnsanları sarıp sarmalayan buydu.


***

Yeri gelmişken, Kur’an’ın harflerinde, cümlelerin matematiksel dizilişinde mucize arayanlar cifrcilikle, hurûfilikle, şifrecilikle, 19.culukla Kur’an metnine işkence çektirmektedirler.


Kur’an-ı azîm’i ahlak-ı azim’den ayırmanın sonu budur. Bu seferde mucizeyi gerçek hayat mecralarında akan ahlak- azimde değil; Kur’an’ın sırf metninde ararsınız. Kur’an’ı yaşayan hayattan ve kendi anlam dünyasından söküp kopardınız mı elinizde cümle yığınları kalır. Eh, cümle yığınlarından da olsa olsa şifreler, cifrler, ebcedler, matematiksel mücizeler (!) çıkar.


Bu nedenle ne dendiğini bırakıp cümlelerin dizilişine, harflerin ebced hesabına dalmak, işaret edilen yönü bırakıp işaret parmağıyla uğraşmanın diğer bir versiyonundan başka bir şey değildir. Oysa işaret edilen yön apaçık ortada; ibret alınacak zengin tarih, canlı tabiat, yaşayan hayat, akıl ve vicdan sahibi (ulu’l-elbâb) insan…


***


Şu halde apaçık ortada olan (ayet) -halk arasında mucize diye bilinir- Hz. Peygamberin lekesiz ömrü ve tertemiz vicdanı üzerinden seslenen Kur’an-ı azîmdir. Çünkü peygamberler sözün namusunun dile gelen soylu sesi (lisan-ı sıdk) ve yeryüzünde Allah’ın nefesi, sesi ve soluğudurlar (kelimullah).


Apaçık ortada olan (ayet) -halk arasında mucize diye bilinir- Hz. Peygamberin inkar edilemez, karşı konulamaz ve dahi acze düşüren ahlakı yani hulq-i azîmdir. Öyle ki kendisine suikast planlayanlar, hem onu öldürmek istemişler hem de mallarını ondan başka emanet edecek kimse bulamamışlardı.


Apaçık ortada olan (ayet) -halk arasında mucize diye bilinir- Hz. Peygamberin elindeki asasıydı. O asa ile kendi çağının putlarını teker teker devirdi. Kabe’nin içini şirkten, putperestlikten temizledi.


Bunu ne ile başardı?


Üfürükle, hurafeyle, kehanetle, tütsüyle, sırla, büyüyle değil; gerçek hayat meydanında yürüyen/yaşayan Kur’an olmakla....


Siz de böyle olursanız eliniz birer “asa” ya dönüşür ve onunla kendi çağınızın putlarını teker teker devirirsiniz.


Kurtuluş, ne mezarlardan dirilecek enbiya ile, ne de bulutların arasından süzülerek gelecek evliya ile gelir. Bilakis kurtuluş, yaşayanların yüreğinden taşarak, alın terinden dökülerek, kurşun dökülmüş duvar gibi kenetlenmiş saflarından yayılarak ve gerçek hayat mecralarından fışkırarak gelir. Büyük ahlaka (hulq-i azîm) ve büyük Kur’an’a (Kur’an-ı azîm) sıkı sıkıya sarılarak, onları ete kemiğe büründürerek, kendi çağ ikliminde yürür/yaşar hale getirerek gelir.


İşte Hz. Peygamber’in destansı mucizesi buydu.


Bizlere miras olarak bunu bıraktı.


Destanlar yazmaya devam etsinler diye…


***


Bilmiyorum belki çıkamam bir daha buraya
İşte sırtım; hakkı olan gelsin almaya
Hazırlan dedi Cibril, karardı mehtap
Geride birkaç kap ve bir kitap
Hayır, gidemezsin! Kim gitti derse vurun!
Hayyulayemuttur yaşayan yerinize oturun!
Refik-i ala… Alemlere Rehmetti, Bu Ahirdi dedik
Kara toprak bile anladı da
Bir insan anlamadı bizi



recepihsan@gmail.com
Kullanıcı avatarı
İlkay Durgun
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 280
Kayıt: Pzr Kas 06, 2005 9:27 pm

hasan ataman

Mesajgönderen Hasan Ataman » Prş Nis 12, 2007 4:36 pm

erçekteen bazı şeyleri çok hoş anlatıyorsun ama unutmaki "gögyüzünden bize bir mektup yollamadıkça" diye birşey geçiyor orda ona dikkat et kurani kerim gög yüzünden geln bir haber değilmiydi

peki gög yüzüne yükselip bize namazın müjdelenmesi ve buolayın bir gecede gerçekleşmesi bir mucize değil midir?
Kullanıcı avatarı
Hasan Ataman
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 727
Kayıt: Pzt Tem 10, 2006 2:45 pm
Konum: ANKARA

Mesajgönderen Sami Ayan » Pzt Nis 16, 2007 12:12 am

Bu konuda Kur'an'daki onlarca ayetten birkaç başka misal:

"Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de onlarla konuşsa ve her şeyi önlerine getirseydik, yine de iman etmezlerdi; meğer ki Allah dilememiş ola! Fakat onların çoğu bunu bilmezler"
En/am 111

"Eğer Kuran ile dağlar yürütülmüş veya yeryüzü parçalanmış yahut ölüler konuşturulmuş olsaydı, kafirler yine de inanmazlardı."
Rad 31

"Ayetlerimiz onlara açık açık okununca, bizimle karşılaşmayı ummayanlar, "Bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir" dediler. De ki: "Onu kendiliğimden değiştiremem, ben ancak, bana vahyolunana uyarım. Ben Rabbime karşı gelirsem, büyük günün azabına uğramaktan korkarım."
Yunus 15

"De ki: "Allah dileseydi ben onu size okumazdım, size de bildirmemiş olurdu. Daha önce yıllarca aranızda bulundum, hiç düşünmüyor musunuz?"
Yunus 17

"Bizi mucize göndermekten alıkoyan, ancak, öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semud milletine gözle görülebilen bir mucize, bir dişi deve vermiştik de ona zulmetmişlerdi. Oysa Biz mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz."
İsra 59

Sayısını artırmamızın mümkün olduğu yukarıdaki ayetler inanmayanlara mucize gösterilse bile inanmayacaklarını dolayısıyla bunun gereksiz bir ameliye olacağını, daha önceki peygamberlere verilen mucizelerin yalanlanması nedeniyle artık mucize taleplerine cevap verilmeyeceğini ortaya koyuyor.

Yine Kuran gayet sade ve gayet net olarak, tebliğde metodun ne olduğunu ortaya koyuyor;

Ey Muhammed! De ki: "Ey kafirler! "Ben sizin taptıklarınıza tapmam."
"Benim taptıgıma da sizler tapmazsınız." "Ben de sizin taptığınıza tapacak dağilim." Benim taptığıma da sizler tapmıyorsunuz." "Sizin dininiz size, benim dinim banadır."
Kafirun; 1-6

Kuran durumu ortaya koyduktan sonra insanı etkilemek için gerçeğe uyandırma dışında bir yol kullanmaz. Uyuyan insanı aslında her an iç içe yaşadığı gerçeğe uyandırır. Zaten bir adı da "Zikir"dir. Yani hatırlatan demektir. İnsanın yaratılışında, özünde var olan şeylerin kendisine hatırlatmaktır aslında yaptığı. Yani fıtratından ayrılma, ona yabancılaşma diyor bize. Kendini bil ki Rabb'ini bilesin.

Peygamber de fıtratı bozulmuşları fıtratına çağırırken mucizevi bir hayat sürdü. Küfre karşı imanı, zulme kerşı adaleti, nefrete karşı segiyi, karanlığa karşı aydınlığı, cehalete karşı İslamı yaşattı.

Allah tarafından insanlığın pilot bölgesi olarak seçilen ve çağlar yaşanacak her fıtrat ihlalinin yaşandığı cahiliyeyi dönüştürdü Kuran'la. Mucize aranacaksa Kuran ve onun hayata yansıması olan peygamberimizin siretinde(yaşamı) olmalıdır. Yoksa O'na ait olduğu konusunda bile yığınla tereddüt bulunan kıllarda değil.

Kuran'ı hep efsaneleştirmek istedik. Sihir, mucize ve esrar aradık içinde çağlar boyu. Ya da nameler eşliğinde okundu dinledik, musiki tadı aldık sadece. Halbuki O bizim için hayatın kendisi olmak için gönderildi. Aşkın olan tarafından ama içkin omak için. Hiç onun en basit insana bile konuştuğunu kamullenemedik. Hep akademik, ilmi ve derin, "bizim anlayamayacağımız" bir kitap olark gördük. Ama dünyada gelmiş geçmiş insanların ne kadarı ilim ehli olmuştur? Çok çok azı...

Kuran'ı hiç kendimize indirmedik. Esas sorun bu...


Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile...
Âlem aldatmaksa maksat, aldanan yok, nâfile!
Kaç hakikî Müslüman gördümse: Hep makberdedir;
Müslümanlık, bilmem amma, galiba göklerdedir!

Mehmet Akif Ersoy
Kullanıcı avatarı
Sami Ayan
Site Yönetim
Site Yönetim
 
Mesajlar: 724
Kayıt: Çrş Eyl 21, 2005 11:09 pm
Konum: Çaykara-Şahinkaya

Mesajgönderen Sami Ayan » Pzt Nis 16, 2007 12:18 am

Bu arada muhteşem tahliliniz ve açtığınız bu anlamlı başlık için teşekkürler İlkay bey. Bu vesile ile alemlere rahmet olarak ltfedilen Sevgili peygamberimizin doğumu nedeniyle kutlanan 'KUTLU DOĞUM HAFTASI" mübarek olsun.
Kullanıcı avatarı
Sami Ayan
Site Yönetim
Site Yönetim
 
Mesajlar: 724
Kayıt: Çrş Eyl 21, 2005 11:09 pm
Konum: Çaykara-Şahinkaya

Mesajgönderen İlkay Durgun » Pzt Nis 16, 2007 4:28 pm

yazı bana ait değil...yazı Recep İhsan Eliaçık adlı bir islami düşün adamına ait...
Yeni bir kur'an tevsiri çıktı...
Siyasi ve sosyal tahlilleride içeren makaleler yazıyor.Son dönemin en önemli düşünürlerinden.İslami bir bakış açısıyla yazmasına rağmen ben bu ülkenin sosyal ve siyasi hayatına katkısından dolayı kendisini takip ediyorum..okuyorum...öğreniyorum..

daha öncede bazı makalelerini siteye alıntılamıştım.
Kullanıcı avatarı
İlkay Durgun
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 280
Kayıt: Pzr Kas 06, 2005 9:27 pm

Mesajgönderen İlkay Durgun » Pzt Nis 16, 2007 4:39 pm

Bunun içindir ki Hz. Peygamberin azîm (kemikleşmiş, durmuş, oturmuş) ahlakında sevgi, merhamet, doğruluk, dürüstlük, erdem, yiğitlik, mertlik, haya, güven, sadakat, asalet, vefa, dostluk, kardeşlik gibi gerçek hayat mecralarında akan büyük hasletler vardı. Onun mucizesi yani insanı acze düşüren ve karşı konulamayan şey bu hasletlerden ömrü boyunca hiç şaşmaması, kararlılıkla sürdürmesi, ete kemiğe büründürmesi, gittiği her yerde yürüyen/yaşayan hale getirmesiydi



eğer yukarıdaki erdemleri sosyal,siyasal hayatımız içine koyamazsak,dışlarsak,diyelim menfaatimiz,diyelim siyasi çıkarımız,diyelim savunduğumuz düzenin tesis edilmesi için bu erdemleri yok sayarsak;işte ozaman insanlığa gerçek bir adalet yurdu sağlayamayız.

aklımızdan,zekamızdan ahlağı çıkarırsak eninde sonunda o aklımızla zekamızla vahşilik tesis ederiz yanlızca....buna her siyaset dahil olduğu gibi islam da dahildir...islamın özü ahlaktır .
Kullanıcı avatarı
İlkay Durgun
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 280
Kayıt: Pzr Kas 06, 2005 9:27 pm

Mesajgönderen İlkay Güvercin » Pzt Nis 16, 2007 6:33 pm

Yazıyı okuyunca şunu düşündüm.Yıllarca Çocukların yada bizlerin beyinlerine peygamberimizin mucizeleri olduğuna inandırıldığımız mucizeler yerleştirildi.Kuşkusuz bunlar belki iyi niyetli yaklaşımlardı.Ama hiç düşünülmedi bunun böyle olmadığı bir gün anlatılırsa o beyinlerin daha fazla karmaşılığa itileceği.Daha önce alıntılarını okuduğumuz Recep İhsan Eliacık ilginç (aslında belki yorumlamadığımız gercek)saptamalarıyla yeni tartışmalar ortaya çıkaracağı düşüncesindeyim.Bizimle paylaştığın için teşekkürler adaş.
Kullanıcı avatarı
İlkay Güvercin
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 566
Kayıt: Çrş Kas 02, 2005 1:47 pm
Konum: kütahya

Mesajgönderen Sami Ayan » Pzt Nis 16, 2007 8:48 pm

Aslında bu tür konuların ele alınıp enine boyuna tartışılması İslam İlahiyatında yeni bir durum değil. İlk asırdan beri bu ve buna benzer ezberimize ters birçok konu özgürce ve derinlemesine tartışılmıştır. Ama kalabalık halk kitleleri bu tartışmaların dışında tutulmuştur. Dinde hep sırrilik aramış, dini yaşadığı alanla(reel) değil gayb alanı ile ilgili bulmuştur. Gayb inanç alanı, din uygulama alanı iken biz her ikisini de gayb alanına itmişiz. Böylece daha az sorumluluk almışız. Bir de halk din adına bellediği bir konuyu sonradan yanlış olduğu konusunda kesin delillerle ikna edilse bile doğrusuyla değiştirme cesaretini gösterememiştir. Bunun nedeni de imanıma bir zarar gelirse korkusudur. Halbuki insanımız yanlışı din ederek yaşamak yerine doğruyu sorgulayarak bulma ve ona yönelme cesaretini gösterse sağlıklı din bilgisi ile sağlıklı bir inanca kavuşacaktır.
Kullanıcı avatarı
Sami Ayan
Site Yönetim
Site Yönetim
 
Mesajlar: 724
Kayıt: Çrş Eyl 21, 2005 11:09 pm
Konum: Çaykara-Şahinkaya

Mesajgönderen İlkay Güvercin » Pzt Nis 16, 2007 9:24 pm

Sami şurasını da biraz aç o zaman .Tarikat mensupları kendi şeyhlerine o kadar inanıyor ki bu tür mucizeler olmasa bile buna benzer insan üstü ilişkilerden bahsetmektedirler.Buna konu işığında nasıl bir değerlendirmede bulunacaksın.selamlar.
Kullanıcı avatarı
İlkay Güvercin
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 566
Kayıt: Çrş Kas 02, 2005 1:47 pm
Konum: kütahya

Mesajgönderen Bekir Kiran » Cmt May 24, 2008 1:03 am

Ben Peygamber efendımızın ayı ikiye bölme mucızesıne olmadı dıyen bır gruba karsı verılen bır cevabı soylemek ıstıyorum.Mucızenın olup olmadıgı konusunda bılgı sahıbı degılım.Bu konuda yapılan bır tartısmada bu mucıze olabılecegını soylenmıs karsı tarafta neden kımse o zaman ayın ıkıye bölundugunu görmedı dıye bır soru soruldu.Cevap ıse su oldu.

Dünyanın yuvarlak olusu vede gece ve gunduzun olması.Yanı Turkıyede gunduz ıken Avusturyada gece dıyelım.Yada arabıstanda gece ıken almanyada gunduz.Dogal olarak almanyadakıler gece ve gunduz olusundan dolayı ayın bölunmus oldugunu farkedemıyecekler.Ayrıca bölunme kısa surelı oldugu ıcın buda ayrı bır durum.Diğer bır hususta ulkelerın merıdyen ve paralel farkındna dolayı ayın görunme konumunun farklı olması.Buda ayın ıkıye bölunmesının görunmemesınde neden olur.Belkı bu mucızeler var yada yok.Yada bırılerı bızı dıne baglamak , dının yucelıgını kavratmak ıcın soylenmıste olabılır.Gercek bılgıyı belkıde o cagda olmadıgımız vede Peygamberımızın yanında olmadıgımız ıcın bılemıyecegız.

Bır hıkayede anlatayım.Kafırın bırı Hz. mevlananın yanına gelmıs.Demıskı sen İslam alımısın , senın peygamberın mucızeler yapıyorsa sende yapabılırsın.Bana bır mucıze gösterkı sana ınanayım vede musluman olayım.Hz.Mevlanada yerınden kalkmıs vede bıraz yurumus." Al sana demış en buyuk mucize " İnsanın yurumesı vede görmesı , konsuması , duyması mucıze olarak tanımlamıs.Zaten gözun görme fonksıyonunu ıncelrsenız mukemmellıkle doludur.Bir et parcası gunesten gelen ısıgı yansıtan cısımlerın göruntulerını topluyor vede beyınde sekıl almasını saglıyor.Mucızelerı cok yukarlarda aramaya gerek yok dıye dusunuyorum....
Kullanıcı avatarı
Bekir Kiran
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 463
Kayıt: Pzr Oca 15, 2006 12:22 pm
Konum: KIRIKHAN

Mesajgönderen Bülent Altuncu » Cmt May 24, 2008 5:19 am

"meridyen" , "paralel" gibi coğrafik tanımları ezberlemek yetmez, açıp dünya haritasına bakmak da gerekir. Türkiye ile Avusturya arasında gece gündüz farkı yaratacak bir meridyen farkı yoktur, Arabistan ile Almanya arasında da saat farkı bayağı olsada gece gündüz farkı olacak kadar değildir. Yine yanlış bilgilendirmeler yapıyorsunuz Bekir kardeş.

Son paragrafına ise katılıyorum ama basitmiş gibi bahsettiğiin "bir et parçası" da allahın eseridir ve o işi görmektedir. Mevlananın haklı oluşunu düşündüğün gibi aynı mantıkla Hz.Muhammed inde en az mevlana kadar akıllı olabileceğini ve mücizelere gerek duymadan Mevlana gibi cevaplar verebileceğini düşünebilirsin.
Kullanıcı avatarı
Bülent Altuncu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 1533
Kayıt: Prş Ara 08, 2005 8:55 pm
Konum: Van (Erciş)

Mesajgönderen Bekir Kiran » Cmt May 24, 2008 1:09 pm

bulent abı arabıstan almanya muhabbetını rasgele verdım.Demek ıstedıgımı gayet ıyı anladıgına emınım.Yanı bır ulkede gunduz ıken baska bır ulkede gece olabılır.

ayrıca ben mevlanayı daha buyuk görmedım.Sen benle aynı şeyi demek istedın zaten.Ayrıca benım anlatmak ıstedıgımı anladıgınıza emınım
Kullanıcı avatarı
Bekir Kiran
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 463
Kayıt: Pzr Oca 15, 2006 12:22 pm
Konum: KIRIKHAN

Mesajgönderen Caner Kama » Pzr May 25, 2008 8:57 am

İlkay abilerin ve sami abinin yazılarını takip ettim. Gerçekten de bir yere varacaz gibi, peygambere veya tarikat liderlerine atfedilen belki abartılı veya hayal ürünü mucizeleri tartışıyoruz. Burada farklı bir örnek vermek istiyorum; insan bilinen tarihten beri her zaman kendinden üstün gördüğü şeylere ibadet etmiştir. Kimi zaman güneşe kimi zaman ateş kimi zaman yıldırım kimi zaman kudretli bir hükümdarı kendine ilah seçmiş, ona veya onlara büyük güçler türetmiştir. İnsanın acziyetidir bence bu, yani kendinden üstün, güçlü bir olguyu kendine ilah edigelmiştir. İnsan doğasında var olan bu zaaf ilahi dinlerle de kendini göstermedi mi? Peygamberleri saymazsak bütün ilahi dinlerde mucizevi karakterler insanların bilincinde yine kendileri tarafından yaratılmıştır.

Mesela siyasi bir örnek; İsmet İnönü'nün karizması Türk halkı üzerinde o kadar büyük ki, Lozan görüşmelerinde İngiliz heyetine kızıp koca masaya yumruğunu vurması ile masayı kırması da aynı şekilde bir örnektir. Kişileri veya olayları zihinlerde tutmak için her zaman bu tip olaylar, mucizeler toplumun dimağında yer etmiştir.

Peygamberin mucizeleri meselesine gelince ben O'nun en büyük mucizesinin Kur'an-ı Kerim olduğuna inanıyorum, gerçekten de çağının aşmış çoğu yönüyle adeta bugünü anlatan bir kitap, işte bundan büyük mucize var mı?
Kullanıcı avatarı
Caner Kama
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 226
Kayıt: Cum Mar 03, 2006 4:15 pm

Mesajgönderen Bekir Kiran » Pzr May 25, 2008 11:23 am

haklısın abım.Zaten Kuranın inmesi olayıda mucize degılkmıdır.baska kımlere meleklerle kutsal kitap inmiştir.(peygamberler haric) Tabi kabullenmek ayrı olay.aramızda maddeci zihniyette insanlar varsa bunuda kabul etmıyeceklerdır.Cunku herseyin özu maddedir , somut cısımdır.Bizim gibi melege falan inanmazlar...
Kullanıcı avatarı
Bekir Kiran
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 463
Kayıt: Pzr Oca 15, 2006 12:22 pm
Konum: KIRIKHAN


Dön DÜŞÜNCE PLATFORMU

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 6 misafir