LASTİK “KARA”SI GÜNLER
Özledim. Tezek* kokusunu, üzerimizdeki yamalı elbiseleri Gri tonlara çeviren ve hiç şikayet edilmeyen ciseden* çamurlaşan yayla tozlarını özledim. Yağlanmayan ahşap kapıların, iri kıyım anahtar deliklerine sokulan ve cebe sığmayacak kadar “büyük” olan o eski anahtarları özledim. Onların o meşhur 'gacurt gucurt' seslerini arar oldum. Açtıkları kapılarda hikayeler vardı. Koca bir kışın izlerini taşıyan yayla evlerin dilleriydi, koca bir kış susan ve yaz başı konuşan yayla evlerinin sözcüsüydü o anahtarlar. Bize "hoş geldin" der, inimle* birlikte ağlamaklı bir sesle veda ederlerdi. Sekiz ay sıkıştıkları duvar aralığında bizi beklerlerdi ? Şimdi nerdeler ? Paslanmış geçmişimizin izlerini nerelerde saklıyorlar ? Kim bilir ?
Sosyetik anahtarlar bize hiç yakışmadı. Küçük çapsız ve sıradanlar. Açtıkları kapılardan artık yayla reyhası* değil, oda parfümlerinin kokusu geliyor. Ne acı değil mi ? Çapları bu kadar işte; sessiz ve sıradanlar. Bize ne bir hikaye ne bir olay anlatıyorlar. Çünkü yaylada kalmak yerine bizimle birlikte dolaşıyorlar.
Belinde değneği, önüne kattığı ineklerle birlikte salına salına yürüyen elleri ve ayakları nasırlı yayla gelinlerini özledim. Hayvan huysuzlaştığında koşan,bağıran gerektiğinde değneğini hayvanın sırtında kırmaktan çekinmeyen o cesur ve güçlü kadınları özledim.Meşhur naralarını dağlar da özledi biliyorum. Kemer Dağı*adına haykırıyorum. Ne oldu gelinlerimize, kızlarımıza, Anagalarımıza* !
Arabalardan inmez; elbiselerimiz kutsal topraklarımıza değmez oldu. Ne çabuk değiştik. Göz göze gelmek yerine elektronik seslerimizle idare eder olduk.Hayvanlarımız bile değişti. Kulaklarında ne olduğu belirsiz sarı küpeleriyle bu dağların değil,veterinerlerin inekleri oldular. Kızlarımız da bir başka artık.Güçsüz, zayıf ve çelimsizler. Mısır ekmeği yerine light kepek ekmekler, ne olduğu belirsiz “modern”diyetler onları bu hale getirdi. Ben etine dolgun,kırmızı yanaklı o güzel yayla kızlarını özledim. Sahi onlardan haber var mı ?
Artık araba gürültüsünden başka “makine” gürültüsü duymaz olduk. Nerde o, tufasından* geçtiğimiz evlerden yükselen ve kulağımızı tatlı tatlı tırmalayan süt makinalarının sesleri ? Sessiz çalışanları mı icat edildi ? Hiç sanmıyorum.
Sahi siz karşılıklı takım kurup top oynayan çocuklar gördünüz mü ? Dükkanlar top satmıyor artık. Neden mi ? Artık çocuklar playsitoinlarını* yaylalara çıkartıyor. Bir televizyon, belki de tek bir arkadaş yeterli oluyor. Kana kana içilen yayla sularının yerini, litrelik kolalar alıyor.
Şimdi soruyorum. Dünyanın en çekişmeli maçlarına sahne olan yayla ortasındaki sahamıza ne oldu ? Çocuk parkı yapıldı. Güzel. Çocukların oynayacakları o kadar alan dururken neden yapıldı dersiniz. Gösteriş mi ? “Bunu da ben yaptırdım” demek mi ? Cevabını siz verin.
Sahi değirmenlerimiz çalışıyor mu ? Aklıma gelip bakmadım. Ama tahmin edebiliyorum. Üzerinin unla kaplanmasına aldırış etmeden çuvalların konulduğu üst kata uzanıp, eliyle değirmen taşının ortasına tek tek Zahre* atan ve bundan inanılmaz haz alan çocuklar kaldı mı ? Pek sanmıyorum. O çocukların değirmenin 10 metrelik su duvarına tırmanmak isteyecekleriniyse hiç mi hiç düşünemiyorum.
Dükkanların önünde dikilip tavuk gibi çekirdek yiyen gençler gördüm. Ben de yedim. Biz de yedik. Ama biz Kastambuligaları* da biliriz. Siz o dağların beyaz gelinciklerle süslendiği Karagüzü" anımsar mısınız ? Kastambuligaların eşsiz tadını bilir misiniz ? Hele de sobada kızartılmış bir kastambuliganın bir paket çekirdekten çok daha lezzetli olduğunu söylersem inanır mısınız ? Eylül ayı Kuşmer’de bir başkadır. Hüzün ve yalnızlık bir aradadır. İnsanının ruhunu dinlendirecek daha güçlü bir ilaç tanımıyorum. Eylül’ü Kuşmer’de geçirmek en güzel ilaçtır.
Acıgalarımız* vardı. Bir bahçeden diğerine atlar, dehşet bir iştahla yüzümüzü buruşturan Acıgalardan kana kana yerdik. Şimdi ne olduğu belirsiz yapay otcuklar pazarlarda satılıyor. Kızlarımız ot obur oldular. Acıga yedirmeye kalkışsan mideleri bulanır, ama Rokaları* 'löpür löpür' yerler. Acıga acı bir anı artık.
Açık havadar tuvaletlerimiz vardı.Hayatın* görünmeyen arka ucunda evin en güzel yerinde olurlardı.Ahşap kaplamalarının arasından sızan rüzgar bizi biraz üşütse de ne tuvalet kokusu bilirdik ne de hijyen korkusu.Şimdi tuvaletlerimiz terfi etti. Evin içine geldi. Ne oldu soruyorum ? Koku,pislik hemen yanıbaşımızda.Çağdaş mı olduk ?
Toprak yaşamdır. Eli toprağa değmeyen, çamurlanmayan çocukların vay haline. Komarluk* eserken, duman yerle bir cise vururken yalılayak arabacılık oynardık. Tahtadan yaptığımız kamyonları, keserle toprağı yararak açtığımız yollarda sürerdik. Çamur, toz, soğuk iliklerimize işlerdi. Hasta mı olduk ? Havale mi geçirdik ? Hayır. Hepimiz pançar yanaklı sağlıklı yayla çocuklarıydık. Mikroplar üzerimize tutunamayacak kadar zayıf kalırdı karşımızda. Şimdi, ottan, böcekten, sudan, havadan korunan çocuklara bakıyorum da ne çabuk hasta oluyorlar. Sıkıca giydirilen, elleri sıcak sudan soğuk suya değdirilmeyen, yapay mamalarla beslenen bu çocuklar hastane yollarından geri durmuyor. Ateşleri çıkıyor, yatalak oluyorlar. Zavallı çocuklar. Mikroplarla tanışmalarına müsaade bile edilmiyor. İdmansız olduklarından ilk karşılaşmada mağlup oluyorlar.
Dağcılık klüplerimiz yoktu. Öyle halatlar, yok efendim özel çivili kross ayakkabılarının ne olduğunu bile bilmiyorduk. Nereyi bulduysak Keçi gibi tırmandık. Gavur kulesi*, Türk kulesi*, taşlar, kayalar "İllallah" dedi. "Düşün yakamdan" diye feryat etti. Düşmedik de yuvarlanmadık da. Tırmandık.Yediğimiz Kuymakları*, Kaymakları, Tereyağlarını başka nasıl eritebilirdik. Şimdi istediğimiz kadar ne olduğu belirsiz enerji içeceklerinden içelim düz yolda bile yürüyemiyoruz.
Lastik karası günler yaşıyoruz. Şöyle bir yollara baktım. Yere doğru bir iz aradım. Kalın balık kılçığı gibi, çamurlaşan toprağa, mühür vuran kara lastiklerimizin izlerini aradım. Her yıl yenilenen numarasıyla gittikçe büyüyen ama hiç çıkarılmayan kara lastiklerimizle ne kadar övünsek azdır. Lastiklerimiz bizi yarıyolda hiç bırakmadı. Son model bilmem kaç milyar değerindeki Avrupa arabalar yayla yollarında kaldı,biz en derin Çormaluklardan* bile kara lastiklerimiz sayesinde çıkmayı başardık. Top oynadık. Futbol topuna vurduğumuzda ayağımızı biraz acıtsa da kara lastikle atılan goller unutulmazdı. Artık kara lastiklerimiz süs oldu. Hediyelik eşya oldu. Kara lastiklerin izlerini yerlerde boşuna aradım, başımı biraz kaldırınca araba aynalarında asılan minyatür lastikcikler gördüm. Düşman olarak değil, dost olarak ayaklara baktım, kendi ayağım dahil kara lastiklerimize rastlayamadım.
Kuşmer benim vatanım. Köyü fazla bilmem. Ömrüm boyunca her yaz Kuşmer'de oldum. Çorak dağları daha çok sevdim. Arkadaşlarım, kardeşlerim oldu. Kamali* Tayfası derlerdi bize. Hiç bir yere ayrı gitmez, mısır ekmeği ufatılmış yayla yoğurdunu aynı tastan kaşıklardık. Birlikte Tenekeli Gugu* oynar, birlikte inek aramaya giderdik. Mahalleye su mu alınacak kanalını birlikte kazardık.Yeni bir kemençe kasedi mi bulduk. Hep birlikte dinlerdik. Camiiye mi gidilecek yan yana saf tutardık.Kızlar da vardı aramızda. Şehirli, köylü ayırt etmezdik.Türbanlı, başı açık demez hepsini Bacımız gibi görürdük. İlk Baragaslarımızda*, yüzük oyunlarımızda hep yan yanaydık. İlk Horonlarımızı çökme tehlikesi de olsa eski yayla evlerinin yorgun döşemeleri üzerinde yine kol kola, birlikte yaptık. Bir an olsun bir birimize farklı gözlerle bakmadık. Çocuk değildik. Üniversiteye hazırlanan kocaman adamlardık.
Şimdi bakıyorumda aynı kocaman adamlar, ayrı gayrı oturuyor. Şehirliler bir yanda ayrı eğleniyor.Aileleriyle birlikte kışı da memlekette geçirmek zorunda kalan yaşıtları başka bir yerde onlara nisbet yapıyor.Kot pantolonlu genç kızlar Gitar çalarak, popüler şarkılar söylüyor, aralarında tek bir kız olmayan utangac ama gururlu yaşıtları da Kemençe eşliğinde hemen yukarıda horon tepiyor. Bir tarafta gitar, diğer tarafta kemençe. Yani kardeşlerim işte sorun bu. Ne Gitar tek başında moderliği ne de Kemençe tek başına geleneği temsil edebilir. İnsan olmadan, kardeşlik olmadan, birliktelik olmadan, ne modern olulabilir, ne de geleneklere sahip çıkılabilir.Gözlemlediğim bu manzarada suç, o çocukların değil. Çocuklarımızı neden böyle birbirinden uzak yetiştirdik? Neden onları kalıplara soktuk? Neden ülkemizin kanayan yanası bölücülüğü, topraklarımıza taşıdık? Nerede hata yaptık ? Söyleyeyim, hepimiz 'bireyci' olduk. En yakınımızda da olsa, köylümüz akrabamız da olsa başkasının sorunu, sorunumuz olmadı. Dinlemedik. Sustuk. Biz de tartıştık, bizim de dünyaya bakışımız ayrıydı ama omuzlarımızdaki kardeşlik kuşunu hiç ürkütmedik. Kardeşlik kuşunu hala ürkütmeden omuzumda taşıyorum. Ne olur yalvarıyorum, sağcı, solcu, başı açık, türbanlı, aşağılı, yukarılı, köylü, şehirli ayırımlarını bir kenara koyalım. Dedelerimizi hatırlayalım.
Çürük* Çayırı. Dünya’da başka örneği var mıdır bilmiyorum. Duymadım. Ama yazılı olmayan Anayasalarıyla övünen İngilizler duysun isterim. Magna Carta’dan* yıllar sonra dedelerimiz kendi Manga Carta’larını ilan etti bu dağlarda. Kimseye bakmadan kimseden örnek almadan bir devrim gerçekleştirdiler. Birikimleri;tarihleri, doğayla mücadeleleri, binlerce yıllık kardeşlik gelenekleriydi. Aydınlanmaya ihtiyaçları yoktu. Çoğu okuma yazma bile bilmiyordu. Ama yaptılar,yazılı olmayan Anayasalarıyla Çürük çayırını Marks’ı* bile kıskandıracak bir komünal* düzenle kurdular ve işlettiler. Avrupa iç savaşı yaşarken, dedelerimiz barış içinde sözde medeniyetten uzakta Doğu Karadeniz'in engin dağlarında ekmeklerini paylaştılar.
Her hanenin bir hissesi vardı. Çalışmayana ot verilmezdi.Ya da bizim çocukluğumuzda camii hoparlöründen ilan edildiği gibi “çayıra gelmeyene ot yok”du.Herkesin ödediği cüzzi miktarda parayla tutulan Korukçu* sulama kanallarının bakımın yapar,Yaz Başı Çürük Ayı* yaklaştığında son hazırlıklarını tamamlar, Harkları* kapatırdı. Aldığı paranın yanında kışın çayır Harklarına yuva yapan Alabalıklar da hediyesi olurdu.
Kocagari*, Palestar* ve Aşağı Çayır sıralama buydu. Her mahalle için Çayırlar eşit olarak paylaştırılırdı. İşte size sosyal adalet. İlk başlarda hangi mahallenin nerede çayır keseceği kurayla belirlenirdi. Köyün her mahallesinden ileri gelen bir kişi,ki genelde Çoban olmalarına özen gösterilirdi topluca çayıra yürür, ot seviyesini inceler, Sinorları* kontrol ederlerdi. işte size siyaset.Sülenin* başına toplanan heyet mahalle isimlerini tek tek önceden hazırlanan kağıtlara yazar, sekiz eşit parçaya bölünen çayır için birden sekize kadar numaralandırılan ikinci grup kağıtlar ayrı tutulurdu.Ve kura mutlaka bir çocuğa çektirilirdi. Hilesi, kurnazlığı olmayan çocuk önce mahalle ismini çeker, ardından ikinci bir kurayla sıralamasını belirlerdi. "Fosiya* beş,Zurdihli* dört", bağırarak söylenirdi.Tam beş yıl boyunca Dedem de heyette olduğu için kurayı çocuk olarak ben çektim. Şansızlığım o zamandan beri sürüyor. Her defasında mahallem olan Hadi için en kuru otun bulunduğu kısımları çekerdim. Dedem "tüh" diye sessiz bir tepki verir,"bir daha sana kura çektirmeyeceğim"derdi.Hiç bir itiraz olmaz, sakince yaylaya yürünürdü. Yol boyunca her mahallenin temsilcisi, kurada düşen yeri inceler birbirleriyle şakalaşırlardı. "Ola habura hep çormalukdu* hoş" der gülülünürdü.İşte size demokrasi.
O son "horon gibi horonları" hayal meyal hatırlıyorum. Çürük çayırında 15 gün boyunca şenlik yaşanırdı. Genç - yaşlı, kadın – erkek bu panayıra koşardı. Delikanlılar özenle biledikleri Kerendilerini*“mavzer” gibi tutar yola koyulurlardı. Özel işlemeli çemberlerini burunlarının üzerinden şerit şeklinde geçirip sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde kapatan renkli gözlü genç kızlar, Peştemallerinin* arasını “namus timsali hançer” gibi Oraklarını* yerleştirir, yola koyulurlardı.Salına salına, şenliğe gider gibi çalışmaya, imeceye koşarlardı. Tüm gün güneş altında ot kesen aynı gençler, akşam yorgunluğunda horona koşar, türküler söyler,bir birlerine işmar ederlerdi.
Şimdi Horon oynamaktan aşınan o çimenlerde Anavavula* delikleri var. Dille söylenen Ninanina kaydesinin* rüzgara karışan sesi Uzay boşluğunda yıllardır yol alıyor. Bir zamanlar Abdest alınan derelerden, inekler bile su içmiyor. Namaz kılınan düzlüklerde ayak izi bile yok. Her otun özenle kesildiği Çayırlar, gelişi güzel kesilmiş halde eski insanları özlüyor.Rüzgar uçurmasın diye destelerin* üzerine oturtulan çocukların çığlıkları bir film sahnesi artık. Ey gidi Çürük çayırı, önce hayvancılığı öldürdüler, sonra seni.Bir zamanlar karınlarını doyurduğun bu insanlar aç kaldıklarında yine sana dönecekler bilesin. Ve yemin olsun ki, o gün geldiğinde ilk Kerentiyi ben sallayacağım sana. Ne olur beni mahçup etme.
Yayla şenliklerinin fotoğraflarına uzun uzun baktım.Özellikle genel fotoğraflara dikkat edin. Burası 2300 rakımda bir zamanların eşsiz güzellikteki Kuşmer yaylası mı ? Yoksa İstanbul’un yeni yeni yapılaşan gecekondu mahallerinden biri mi ? Çocukluğu bu cennet diyarda geçmiş biri olarak ben zorlanıyorsam, Kuşmer’i tanımayan birine bu soruyu sorun. Bakın ne cevap alıyorsunuz.
Şimdi şunu söyleyebiliriz: "Zaman değişiyor, değişmeyen tek şey değişimin kendisi, teknoloji hayatımızı kolaylaştırıyor, artık yaylacılık için değil tatil için Kuşmer'e geliyoruz", hepsini söylebiliriz. Haklıyız da.Ama daha mı sağlıklı ; daha mı mutluyuz ? Hayır. En azından ben bu cevabı veriyorum. Mutlu olduğum o günleri ÖZLÜYORUM.
Özgür Hasan Altuncu
24 Ağustos - 2006
Email- Msn :
Ozguraltuncu@hotmail.com
Tel : 212 - 256 82 82
DipNot :
Tezek*- Hayvan dışkısının kurutulmasından elde edilen yakacak.
Cise* - Hafif, ince ince yağmur tanesi.
İnimle* - Yayladan köye dönmek, inmek. Yaz sonu.
Reyha - Koku, kokmak.
Kemer Dağı* - Çaykara- Bayburt sınırında bir dağ.
Anaga* - Babaanne, Anneanne.
Playsitoin*- Üç boyutlu bilgisayar oyunları.
Zahre* - Mısır tanesi.
Kastambuliga*- Yabani yer fıstığı.
Acıga* - Yenilebilir, acı tadı olan bir tür Dereotu.
Hayat* - Balkon.
Gavur kulesi* - Bayburt-Aydıntepe ilçesi sınırlarındaki kayalık.
Türk kulesi* - Aynı yerde bir başka kayalık.
Komarluk* - Kemer Dağının Kuşmere bakan doğu yamacı.
Kuymak - Mısır unuyla yapılan yöresel bir yemek.
Çormaluk* - Bataklık.
Baragas* - Kızlı, erkekli toplantı, eğlence.
Kamali* - Kuşmer yaylasının aşağı mahallesi.
Tenekeli Gugu* - Topla oynana saklanbaç.
Çürük*- Eski dilde Ağustos ayı ortası.
Magna Carta* Modern Demokrasinin ilk ilanı.
Marks*- Alman Siyaset bilimci.
Komünal * - Ortak yaşam, ortak paylaşım.
Kocagari* - Kuşmer'deki ortak çayırın bir kısmına verilen ad.
Palestar* - Aynı ortak Çayırın başka bir yerine verilen ad.
Sinorları*- Sınır.
Kerendi* - Tırpan. Ot kesen alet.
Orak * - Ot kesen genelde kadınların kullandığı daha küçük bir alet.
Peştemal* Doğu karadenize özgü bir atkı.
Fosiya*,Zurdihli*, Hadi - Köydeki üç ayrı mahallenin eski ismi.
Deste* Otları bir araya getirme. Yığma.
Anavavula*- Yer Sincabı.
Kayde * - Ritim, müzik.