1- YAYLANUN ARABALARİ
_ Aa raa baaa! Aa raa baaa…
_ Koskooor
_ Muuhittiiin
_Çzereğmeen
_ Kaarğaa
_Astoooşş
_Haci Aliii
Ve… diğerleri. Yani yaylanun arabalari…
Kuşmer yaylasının ilk yolu ne zaman yapıldı,ilk araba ne zaman yaylaya girdi, bu araba nasıldı ve kimindi, ilk arabayı o zamanın çocukları nasıl karşılamıştı ? sorularının yanıtlarını veremiyorum. Bilen var mı? Onu da bilmiyorum.
Benim bildiğim arabayı ilk kez yaylaya giderken gördüğüm ve ilk kez arabaya yayla yolunda bindiğimdir. Bizim kuşak ve öncekiler için yaylanın en sevilen ,en akılda kalan maceraları arabayla ilgilidir.
Arabaya binmek torpili, arabaya asılmak ise çeviklik ve beceriyi hatta akrobatlığı gerektirirdi. Ben asılmayı hiç beceremezdim. Arabası olanlarda yakın akrabamız ya da yakın komşumuz olmadığı için arabaya da doya doya binemedim. Ama yinede arabaya karşı gitme ,peşinden koşma , ve araba dururken karisorine tırmanmayı her kuşmerli çocuk gibi ben de yaptım.
Arabalar 70 li yılların ortalarına kadar yaylaya alttan , yani Derebaşı yolundan gelirlerdi. Arabalar dediğim 5 tonluk olan ve modeli çok düşük eski kamyonlardı. Bizim çocukluğumuzda minibüs ve taksi yoktu. Bildiğimiz ilk araba markaları “Komer, Doç ve Austin” di. Thames,BMC,Ford, Buzing, Bed-ford ve diğer markaları çok sonra gördük.
Yayla yolculuğu Çaykara dan başlar. Ğurmaluk,İfler ırmaği,sarmaç ve Ğadi köprisi duraklarından alınan yük ve yolcularla yolculuk hazırlıkları sürdürülrürdü.. Kamyonun altına kereste ve odunlar konur(ormancılar görmesin diye) .Onların üstüne çuvallar, kavranlar,bidonlar ve diğer yükler, en üste de insanlar alınarak gaza basılırdı.
Köyden yaylaya toplam 52 adet tam viraj olduğunu ve bu virajlardan 2-3 ünü kamyonların manevrasız dönebildiklerini , diğerlerinde yükün ağırlığna ve kamyonun büyüklüğüne bağlı olarak 2 ile 5 hatta altı manevra yapılarak dönüldüğünü bizler gördk, yaşadık. Bizim için Yayla yolunun her virajı, her yokuşu, her ırmağı bir başka anı demektir. “O virajdan az daha yuvarlanmişiduk.Falan irmakta lastiğumuz patlamişti. Alçak köpri yokuşini ve Derebaşi virajlarini yaya çiktuk. Dağdan bu yana yaya gelduk” gibi söylemler her yayla yolculuğu sonrası hararetle anlatılırdı. Haa bu arada birde “Dağ Arabalari” vardı. Bayburt’a ya da Çumavank ve Seydahup (biz öyle derdik aslı Seydi Yakup’ tur.) yaylalarına giden arabaların hepsine “dağ arabalari” denirdi. Cumartesi ve Çarşamba günlerinin dışındaki günler vakitsiz yaylaya gitmek zorunda kalanlar bu arabalara biner dağa kadar gelir oradan yaylaya yürüyerek gelirlerdi.”vuuu haviz boğun mi gelduun, nasil geldun. Köyde hava nasildur. Eyyy vağh vağh vağh…E haviz desana her taraf çuridi. Kişa nasil gireceğuk... ” gibi çığlıklarla sürdürülen konuşmaları duyunca, dağ arabaları ile birinin köyden yeni geldiğini anlardık. Karşı tarafın cevaplarını merak etmeyin. Cevaplar bağırarak verilmediğinden onları bizde duymazdık. Ama söylenenleri çok iyi algılardık.
Yalaya gidiş günleri Cumartesi ve Çarşamba idi .Bu günler rast gele seçilmemiş, bu iki gün Çaykara’ya inilen ve ihtiyaç için alış veriş yapılan Salı ve Cuma günlerine bağlı olarak belirlenmişti.
Yolculuk evden saat 5.00 da başlar, yeni elbiseler giyilir, azıklar hazırlanır, çocuklar ve yükler yüklenilir, ailece arabaya binilecek en yakın yere yani köyün altından geçen yoldaki durağa inilir ve arabalar beklenmeye başlanırdı. Her durak ta mini bir kalabalık oluşur, arabalar gelinceye kadar herkes akranıyla koyu sohbetlere dalardı. En neşeli olan genç gelinler en dertli olanlarda kaynanalar olurdu. Gelinlerin neşesi büyükleri yaylaya göndermekten , kaynanaların derdi de geline olan güvensizliktendi. Bu nedenle kaynanalar arabaya binip araba hareket edene kadar tembihlerini ard arda sıralarlardı. Arabayı yollayan gelinler ise araba gittikten sonra neşe içinde köye yukarı yürümeye başlarlardı.
Araba navlonları şöyleydi; yükün kilosu 5 kuruş, odunun 10 kuruş, kereste ise pazarlığa göreydi. Yolcu navlonu ise büyük 5, çocuk 2,5 liraydı. Bazı şoförler garson boy çocuklardan 3,5 lira alırlardı.Bu nedenle onlara, “ğezele” yakıştırması yapılır, eleştirilirlerdi. Yaşlı olup parasını esirgemeyenler 7.5 – 10 liraya şoför mahalline binerdi.
Yolculuk ortalama 5-6 saat sürerdi. Bu süre 10 ,12 saate kadar uzayabilir ama 4 saatin altına hiç düşmezdi. Yolculuğu hava koşulları, yolun durumu, arabanın yükünün ağırlığı, arabanın arızalanması, ya da lastik patlaması, Şoförün acemiliği gibi etkenler etkilerdi. En çok görülen arızalar; Kayış kesme, bicon kesme, aks kesme , su kaynatma, şarz dinamosu ve marşın bozulması gibi arızalardı. Yatak sarma , diferansiyel kırma , şanzuman dağıtma gibi ağır arızalar olduğu zaman araba yolda kaldı demekti. Bu tanımlar kadın erkek, yediden yetmişe herkes tarafından bilinirdi. Araba yolda kalınca ya yeni bir arabaya binilir yada yol yaya tamamlanırdı. Ağır olmayan arızaları şoför giderir yola devam edilirdi.
Her arabanın bir muavini bir de simsarı vardı. Muavin şoförün yardımcısıydı. Simsar ise yükleri tartar, yazar. paraları toplar yani kamyonun muhasebesini tutardı. Aklımda kaldığı kadarıyla toplam paradan %10 komisyon alırdı.Bazen her kamyonun bazende her mahallenin ayrı simsarı olurdu. Muavin ve simsar olmanın havası da vardı. Biz çocukların gözünde bunlar idöl, Şoför ise erişilmezdi.
Yayla yolunda iki mola yeri vardı. Derebaşı ve Henege Çayırları. Her iki yerde de lokantalar olduğu için buralarda mola verilirdi. Anonsu olmayan bu molaların süresi de belirli değildi. Bu tesislerin en ünlüsü “Enesun ğani” idi. Enes Yukarı Ogeneli olan ve çok sayıda çocuk sahibi bir kişiydi. Lokantanın etrafında çocukları yalınayak, daldaşak, kirli , pasaklı şekilde oynarlardı. Köyümüzde bugün bile söylenen “e enesun çecuği ( çecukleri)” özdeyişi buradan kaynaklı söylenen özdeyişimizdir.
Ben ilk kuru fasulyeyi, haşlamayı, tas kebabını, pirinç pilavini,köfteyi “enesun ğani” denilen lokantada yedim. Ve o değişik tadı bir daha hiçbir yerde bulamadım.
Henege Çayırları ile birlikte güneş ve yayla havası başlardı. Yayla arabasını ilk karşılayan çocuklar genellikle bu karşılamayı soğanlı dağında yaparlardı. Yayladan gelerek arabayla yaylaya dönmeyi amaçlayan bu çocukların uyanıkları arabaya asılırdı. Utangaç olanları arabaya yaklaşamazdı bile. Atik olmayanları da bir süre arabanın peşinden koşar tıkanınca bırakır arabaya binmekten zorunlu vaz geçerdi. Küçük olanlar ise çok geride kalır, ağlayarak yetişmeye çalışırlardı. Bazen araba durur ya da arabalardaki saygın yolculardan biri arabayı durdur, çocuklar arabaya alınırdı. Bu büyük sürprizdi ve bunun verdiği mutluluk, sevinç eşsizdi. Bu mutluluk ve sevincin verdiği hazzı, ne ben yazabilirim ne de bir başkası resmedebilir.
Yaz başı yani yayla çıkımında ilk araba ancak Derebaşı’na kadar çıkabilirdi. Sonra yollar açıldıkça Henege Çayırlarına ,Soğanlı’ya, Çumavank’a karda gelinir geri kalan yol yürünürdü. Yaylaya ilk araba çoğunlukla Haziran ayı sonlarında gelebilirdi.