TABİAT ANA

Köyümüzle ilgili ağıtların ve destanların yanında forumumuzdan derleme makaleleri burada yayınlıyoruz.

Moderatörler: Muzaffer Mustafa Altuncu, Osman Nuri Sarı

TABİAT ANA

Mesajgönderen Mehmet Aydinli » Pzt Şub 27, 2006 8:21 pm

Tabiat ananın bazen çok cömert bazen de çok cimri davrandığı ama bağrında yetiştirdiği sayısız nimetleri her zaman biz insanların, insanlığın, hayvanların ve sayısız canlıların hizmetine sunmuştur. Bazen hırçın davranıp üzerindekileri örtüleri savurarak, bazen vahşi güzelliğini sergilerken üzerinden ekmeğin zor kazanılacağını ve zorlu yaşamın beklendiğini, bazen üzerimdekiler siz canlılara yetmiyor dercesine, en fazla biz insanları zor yaşam ve yaşam koşulları bekliyor dercesine, zorlu yaşamı bazen göçlere, muhacirliklere dönüştürebiliyoruz. Köyümüz bunlardan fazlasıyla Hatay Kırıkhan’a, Gökçeada’ya, Maçka’ya, Trabzon’a ve birçok yere göç vererek nasibini almış bulunmaktadır. Hayat müşterek diyerek bütün doğa olaylarını, bu zorlukları kadın erkek el ele verip bunları alın yazısı kabul etmeyip, kaderimizdir demeden üstesinden gelen bu insanlarımızın uzun yaşamlarının kısa öyküsü.
Birçoğumuz daha doğmadan anne karnında hissetmişiz hayatın zorluklarını, yoksulluğu. Hayatın ne kadar zor, ne kadar acımasız olduğunu ama bunların yanında güzelliklerinin de olduğunu her şeye rağmen yaşanması gerektiğini.
Neden mi?
Birçoğumuzun annesi, özlem duyduğumuz hasretini çektiğimiz bu köyümüzün topraklarında doğmuş ve bizleri doğurmuşdur. Kimisi doğmadan, kimisi kadınlığını hissettiği andan itibaren çile çekmeye başlamış, gelinliğini giydiği andan itibaren ilk aile duygusu ve ilk hamileliğinde kutsal annelik duygusu içlerini sarmıştır. Erkeklerde ekmeğini, tabiat ananın köyümüz ve yaşadığımız çevrede cimri davrandığı, nimetlerini zor ve zahmetli verdiği toprak parçasından çalışıp eve getirirken, erkeğine yardımcı olup yanında tarlada, bağda, çayırda çalışarak ekmeğine kazanmaya yine analarımızın katkısı vardı. Hamileliklerinin en ağır dönemlerinde bile 6–7 aylık hamile iken, belki de kimisi 9 aylıkken tarlada kazmak, ot koparmak, yetindirdiği mısır, fasulye, kabak, lahanaları eve taşımak bir yana dursun, kışın ineklerin yiyeceğini karşılamak için çayırlardan, erkeğinin kerendi ile kendisinin orak ile kestiği otları yine iki saatlik yoldan Ahbal'dan, Kazankıran’dan, Yakrop’tan, Yankun’dan, Kaskarobağzo’dan sırtında taşıyarak köye getirdiler. Sırtlarında kiminin beşer kiminin , dörder deste ile eve geldiklerini ve geldiklerinde ev işlerini de yaparken,adeta karınlarındaki bebeklerine hayatın zorluklarını hissettirmeye başlamışlardı bile.Birçoğu bu zorluklar altında doğurduğu çocuklarını büyüklerinin yanında ,saygıdan mı desem,alışkanlıktan mı desem orasını hala anlayabilmiş değilim ,doya doya sevemiyordu,anne şefkatini veremiyordu.Akşam odasına yorgun halde gittiğinde hayatta varsa ,hayattaki çocuğu okşayıp seviyor, karnındaki çocuğuyla da akşamdan yediği yorgun arkın iki kaşık yemeği damarlarından onu beslemek için rahat yatmaya çalışıyor.Bebeklerin altında yılların eskitemediği basmadan yapılmış bez ,bugünkü hazır bezlerden habersiz dururdu.Kakalı bezleri yıkamak yine annelerimize düşerken,beşiklerdeki dağarlara birikmiş pislikleri temizlemek yine cefakâr annelerimize düşerdi.Gurbetteki erkeklerinin yolarını bekleyen kadınlarımız , analarımız yavrularının evindekilerinin,çocuklarının geleceğinin nafakasının haberini erkeğiyle beraber hasretle beklerdi.Ve biz çocukların fala oyuncakları olmadı en büyük oyuncağımız , çocukluğumuzun ilk sanayi imalatı tahtadan yapılmış dört tekerlekli tahta arabalarımızdı.tahtayı yuvarlak keserek ve ortasına matkapla delik açıp ön ve arkaya yağdığımız odundan iki maziye geçirilen tekerlekler,ön maziye çapraz olarak bağlanan ,akılan iki kalın çubuk arabanın yönünü belirlerken ayaklarımız fren sistemini görürdü.Evimizin kilerlerinde bulunan kavranlardaki tereyağı arabalarımızın sanayi yağı olurdu.En büyük yerli sermayemiz bu olup gururla binerdik.Fiziğin kurallarını da farkında olmadan virajlara girerken mesela merkezkaç kuvvetini öğrenmiş olmamakla ilerde göreceğimiz okul derslerin sanki bir ders olmuştur.Köyümüz toprakları ,üzerinde yetişen sebze ve meyvelerinin bereketini büyüklere olduğundan daha çok çocuklardan hiç esirgemedi. Okuma yazmayı köyümüzün altında yine, köyümüzün toprakları içinde bulunan ismini köyümüzden alan Şahinkaya birinci ilkokulu ve bir kısmı köyümüzün yukarısında bulunan ilkokulda , çoğu veya tamamına yakını köyümüzün yetiştirdiği öğretmenlerden(İbrahim İbrahimağaoğlu,Muharrem Durgun,Nazım Güvercin,İsmet Ayaz,Kadir Okur,Ayşe Aydınlı(Durdun)Muhammet Uysal,Zihni Ayal gibi aklımda kalanlar) almışız.Çoğu zaman neredeyse bizleri evlerimizden almış,okula kadar koruyarak getirip ,öğretimlerini verip tekrar akşamları eve götürmüşlerdir.Bizlere hem öğretmen, hem anne, hem de baba olmuşlardır.Öğlen yemeklerimiz ,annelerimizin sabahleyin çantalarımızın içine koyduğu çeyrek arası peynir olmuştur.Bazı zamanlar okul tarafından verilen yiyecekler kendi azıklarımıza bereket ve bolluk kadardı.Çocuklukta veya okuldan evlerimize gelirken duvarlarda gördüğümüz sloganlar hafızamıza kazınan ilk siyasi terimler olmuştur.Okulumuzun köyümüzün aşağısında olması ve köyümüzün yamaç olması kışın kar yağdığında okula giderken ilk kayak kursunu sanki çantalarımızın üzerine oturarak kayarken almışız.Kışın soğuğunda ısınmak için ellerimizde sabahleyin okulumuza getirdiğimiz ve sobada yaktığımız odunlar öğrendiğimiz bilgilerimizin ve gelecek yıllarımızın meşalesi olmuştur.Her akşam okul çıkışlarında köyümüzün patika yollarından yukarı öğretmenlerinin eşliğinde dört bir koldan Feğmenos, Fosiya,Sarmaş'tan yukarı Zurtukli ve Bobayrosa,Kaban ve Paratikoza'dan evlerine doğru koşan öğrenciler, memleketlerine faydalı birer vatan evladı olarak yetişmiş bu anne-babaların evlatları ,anne babalarından aldıkları bu hayat derslerini mükemmel birer ödev olarak yerine getirmektedirler. Köyümüzde iki tane okul olması herkesi gururlandırmış , memleketine faydalı insanlar yetiştirmiştir.İlkokul yıllarımda beni olduğu kadar ,bütün köyü ve Çaykara’yı yasa boğan Mahmut İbrahimağaoğlu'nun evinin yanmasıyla birlikte içerisinde yanarak can veren Fevzi,Muhammet ve İbrahim İbrahimağaoğlarının ölümü köyümüzün tarihine kara gün olarak geçmiştir. Anne ve babalarımızdan aldığımız eğitimi ilkokuldaki eğitimle birleştirerek diğer okul yıllarını tamamlayarak vatani görev ve iş hayatına atılan biz Şahinkaya köylüleri her zaman anne-babalarına ,köyüne ve köylülerine karşı vefa borçlarını ödemeyi bilmişlerdir ,vefa borçlarını ödemeye devam etmektedirler.
MEHMET AYDINLI
Kullanıcı avatarı
Mehmet Aydinli
Site Yönetim
Site Yönetim
 
Mesajlar: 2166
Kayıt: Sal Kas 15, 2005 11:47 am
Konum: Trabzon

Dön AĞITLARIMIZ - DESTANLARIMIZ VE MAKALELER

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir