Üyelerimizin yazdığı şiirleri bu bölümde toplayalım mı? Ne duruyorsunuz!.. Kaleme sarılma zamanı gelmiştir...
Moderatörler: Muzaffer Mustafa Altuncu, Adnan Ayaz
gönderen Vedat Başar » Cmt Haz 10, 2006 3:01 pm
KIRLANGIÇ...
Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş.
Penceresinin önüne konmuş, bütün cesaretini toplamış, röfleli tüylerini kabartmış, güzel durduğuna ikna olduktan sonra küçük sevimli gagasıyla cama vurmuş. Tık..... Tık...... Tık....
Adam içeride kendi işleriyle uğraşıyormuş. Çok meşgulmüş Dönüp cama bakmış.
Kimmiş onu işinden alıkoyan Minik bir kırlangıç Heyacanlı kırlangıç, telaşını bastırmaya çalışarak, derin bir nefes almış, şirin gagasını açmış, sözcükler dökülmeye başlamış...
Hey adam Ben seni seviyorum. Nedenini niçinini sorma.
Uzun zamandır seni izliyorum. Bugün cesaret buldum konuşmaya.
Lütfen pencereyi aç ve beni içeri al. Birlikte yaşayalım.
Adam birden parlamış. Yok daha neler Durduk yerde sen de nerden çıktın şimdi Olmaz, alamam. demiş.
Gerekçesi de pek sersemceymiş.
Sen bir kuşsun Hiç kuş, insana aşık olur mu Kırlangıç mahçup olmuş.
Başını önüne eğmiş. Ama pes etmemiş, bir süre sonra tekrar pencereye gelmiş, ;gülümseyerek bir kez daha şansını denemiş Adam, adam Haydi aç artık şu pencereni.
Al beni içeri Ben sana dost olurum.
Hiç canını sıkmam.
Adam kararlı, adam ısrarlı Yok ,yok ben seni içeri alamam demiş.
Biraz da kaba mıymış, neymiş lafı kısa kesmiş. İşim gücüm var, git başımdan.
Aradan bir zaman geçmiş, kırlangıç son kez adamın penceresine gelmiş; Bak soğuklar da başladı, üşüyorum dışarıda.
Aç şu pencereyi, al beni içeri.
Yoksa, sıcak yerlere göç etmek zorunda kalırım.
Çünkü ben ancak sıcakta yaşarım.
Pişman olmazsın, seni eğlendiririm.
Birlikte yemek yeriz, bak hem sen de yalnızsın, yalnızlığını paylaşırım. demiş.
Bazıları, gerçekleri duymayı sevmezmiş.
Adam bu yalnızlık meselesine içerlemiş. Pek sinirlenmiş.
Ben yalnızlığımdan memnunum.demiş. Kuştan onu rahat bırakmasını istemiş.
Düpedüz kovmuş. Kırlangıç, son denemesinde de başarısız olunca, başını önüne eğmiş, çekip gitmiş.
Yine aradan zaman geçmiş.
Adam, önce düşünmüş, sonra itiraf etmiş; Hay benim akılsız başım. demiş.
Ne kadar aptallık ettim Beklenmedik bir anda karşıma çıkan bir dostluk fırsatını teptim.
Niye onun teklifini kabul etmedim ki Şimdi böyle kös kös oturacağıma keyifli bir vakit geçirirdik birlikte.
Pişman olmuş olmasına ama iş işten geçmiş.
Yine de kendi kendini rahatlatmayı ihmal etmemiş.
Sıcaklar başlayınca, kırlangıcım nasıl olsa yine gelir.
Beni seviyor nasılsa. Ben de onu içeri alır, mutlu bir hayat sürerim.
Ve çok uzunca bir süre, sıcakların gelmesini beklemiş.
Gözü yollardaymış. Yaz gelmiş, başka kırlangıçlar gelmiş.
Ama onunki hiç görünmemiş.
Yazın sonuna kadar penceresi açık beklemiş ama boşuna.
Kırlangıç yokmuş!
Gelen başka kırlangıçlara sormuş ama gören olmamış.
Sonunda danışmak ve bilgi almak için bir bilge kişiye gitmiş.
Olanları anlatmış. Bilge kişi gözlerini adama dikmiş ve demiş ki Kırlangıçların ömrü altı aydır, evlat.....
Hayatta bazı fırsatlar vardır, sadece bir kez elinize geçer ve değerlendirmezseniz uçup giderler.
Hayatta bazı insanlar vardır, sadece bir kez karşınıza çıkar ve değerini bilmezseniz giderler.
Ve asla geri gelmezler. Dikkatli olun.... Farkında olun.....
Ve bir düşünün bakalım;
Acaba siz bugüne kadar pencerenizden kaç kırlangıç kovaladınız?
Hasan AYDINLI ' nın kaleminden ...
En son
Vedat Başar tarafından Cmt Haz 10, 2006 4:15 pm tarihinde düzenlendi, toplamda 2 kere düzenlendi.
-
Vedat Başar
- Sitenin Sahipleri

-
- Mesajlar: 642
- Kayıt: Cum Oca 20, 2006 7:23 pm
- Konum: Trabzon - Çaykara ( Şahinkayaköyü__Hadi )...
-
gönderen Vedat Başar » Cmt Haz 10, 2006 3:04 pm
Hasan kardeşim çok güzel yazdın.
Ellerine kollarına sağlık...Devamını beklerim..
KAL SAĞLICAKLA...
-
Vedat Başar
- Sitenin Sahipleri

-
- Mesajlar: 642
- Kayıt: Cum Oca 20, 2006 7:23 pm
- Konum: Trabzon - Çaykara ( Şahinkayaköyü__Hadi )...
-
gönderen Sibel Şahin » Cmt Haz 10, 2006 5:57 pm
Evet güzel bi hikaye...
İnşallah kimse eline geçen fırsatları kaçırmaz...
Teşekkürler Hasan'cum yüreğine sağlık...devamı gelecek dimi?

-

Sibel Şahin
- Bölum yetkilisi

-
- Mesajlar: 2095
- Kayıt: Sal Oca 31, 2006 4:37 pm
- Konum: TEKİRDAĞ
-
gönderen Hasan Aydınlı » Pzr Haz 11, 2006 6:25 pm
Bu kadar sevebilirmisiniz ??
Bir otobüs durağında karşılaşmışlardı ilk kez....
Biri tıpta okuyordu, öbürü mimarlıkta.
O ilk karşılaşmadan sonra, bir kere, bir kere, bir kere daha karşılaşabilmek için, hep aynı saatte, aynı duraktan, aynı otobüse bindiler.
Gençtiler, hemde çok genç...
Birbirileriyle konuşacak cesareti bulmaları biraz zaman aldı ama sonunda başardılar. İkisi de her sabah otobüse bindikleri semtte oturmuyorlardı aslında.
Delikanlı arkadaşında kaldığı için o duraktan binmişti otobüse,
kız ise ablasında....
Sırf birbirilerini görebilmek için, her sabah erkenden evlerinden
çıkıp, şehrin öbür ucundaki o durağa, onların durağına geldiklerini, gülerek itiraf ettiler bir süre sonra...
Okullarını bitirince hemen evlendiler.
Mutluydular hem de çok mutlu...
Bazen işsiz,bazen parasız kaldılar ama öylesine sıkı kenetlenmişti ki yürekleri ve elleri hiçbir şeyi umursamadılar.
Ayın sonunu zor getirdikleri günlerde de ünlü bir doktor ve ünlü bir mimar olduklarında da hep mutluydular.
Zaman aşımına uğrayan, alışkanlıklara yenik düşen, banka hesabında para kalmadığı için yada tam tersine o hesabı daha da kabarık hale getirmek uğuruna bitip-tükeniveren sevgilerden değildi onlarınki...
Günler günleri, yıllar yılları kovaladıkça sevgileri de büyüdü, büyüdü...
Tek eksikleri çocuklarının olmamasıydı.
Zorlu bir tedavi sürecine rağmen çocuk sahibi olmayınca,
"bütün mutlulukların bizim olmasını beklemek, bencillik olur"
diyerek devam ettiler hayatlarına.
Çocuk yerine, sevgilerini büyüttüler...
"Senin için ölürüm" derdi kadın, sımsıkı sarılıp adama ve adam: "Hayır, ben senin için ölürüm" diye yanıt verirdi hep...
Bazen eve geldiğinde, aynanın üzerinde bir not görürdü kadın,
"Bir tanem, kütüphanenin ikinci rafına bak...."
Kütüphanenin ikinci rafında başka bir not olurdu,
"Mutfaktaki masanın üzerine bak ve seni çok sevdiğimi sakın unutma"
Mutfaktaki masadan, salondaki dolaba sevgi dolu notları okuya okuya koşturan kadın, sonunda kimi zaman bir demet çiçek,
kimi zaman en sevdiği çikolatalar, kimi zaman da pahalı armağanlarla karşılaşırdı..
Aldığı hediyenin ne olduğu önemli değildi zaten....
Hayat ne kadar hızlı akarsa aksın, işleri ne kadar yoğun olursa olsun hep birbirlerine ayıracak zaman buluyorlardı bulmasına ama kırklı yaşların ortalarına geldiklerinde, daha az çalışmaya karar verdiler.
Adam, hastaneden ayrıldı ve muayenehanesinde hasta kabul etmeye başladı.
Kadın da mimarlık bürosunu kapadı ve sadece özel projelerde görev aldı.
Artık daha fazla beraber olabiliyorlardı.
Bir gün sahilde dolaşırken, harap durumda bir ev gördü kadın, üzerinde "satılık" levhası asılı olan.
"Ne dersin, bu evi alalım mı?" dedi adama.
"Bu viraneyi yıktırır, harika bir ev yaparız.''
Projeyi kafamda çizdim bile. Kocaman terası olan, martıları kahvaltıya davet edeceğimiz bir deniz evi yapalım burayı...
"Sen istersin de ben hiç hayır diyebilir miyim?" diye yanıt verdi adam.
"Amerika'daki tıp kongresinden döner dönmez ararım emlakçıyı...
Kaç para olursa olsun, burası bizimdir artık...."
Sadece bir hafta ayrı kalacaklarını bildikleri halde,ayrılmaları zor oldu.
Adam Amerika'ya giderken.
Her gün, her saat konuştular telefonla.
Gözyaşları içinde kucaklaştılar havaalanında.
Fakat birkaç gün sonra, kocasında bir tuhaflık olduğunufark etti kadın.
Eskisi kadar mutlu görünmüyor, konuşmaktan kaçınıyordu.
Onu neşelendirmek için, sahildeki evi hatırlattı ve çizdiği projeyi verdi kadın ama hiç beklemediği bir cevap aldı:
"Canım, o ev bizim bütçemizi aşıyor.
Sen en iyisi o evi unut..."
Mutsuzluk, mutluluğun tadına alışmış insanlara daha da acı, daha da çekilmez gelir.
Kadın, hiç sevmedi bu beklenmedik misafiri.
Derdini söylemesi için yalvardı adama,
"Senin için ölürüm, biliyorsun, ne olur anlat" diye dil döktü boş yere...
Yıllardır sevdiği adam, duyarsız ve sevgisiz biriyle yer değiştirmişti sanki.
Ona ulaşmaya çalıştıkça, beton duvarlara çarpıyordu kadın, her çarpmada daha fazla kanıyordu yüreği...
Bir gün, çocukluğunun, gençliğinin ve bütün hayatının birlikte geçtiği arkadaşına dert yanarken,
"Artık dayanamıyorum, sana söylemek zorundayım" diye sözünü kesti arkadaşı.
"O, seni aldatıyor. İş yerimin tam karşısındaki restoranda genç bir kadınla yemek yiyiyor her öğlen.
Sonra sarmaş dolaş biniyorlar arabaya...."
"Sus, sus çabuk, duymak istemiyorum bu yalanları" diye bağırdı kadın.
Onca yıllık arkadaşını, kendisini kıskanmakla suçladı....
Ertesi gün, öğle vakti o restoranın hemen karşısında bir köşeye sindi sessizce ve peri masallarının sadece masal olduğunu anladı...
Kocasının eskiden aynı hastanede çalıştığı genç çocuk doktorunu tanıdı hemen.
Bazen evlerinde ağırladıkları kadına nasıl sarıldığını gördü adamın...
Akşam kocası eve gelir gelmez, bazen bağırıp, bazen ağlayarak, bazen ona sımsıkı sarılıp bazen de yumruklayarak haykırdı suratına her şeyi. İnkar etmedi adam.
Zamanla duyguların değişebildiği, insanların orta yaşa geldiklerinde farklılık aradığı gibi bir şeyler geveledi ağzında ve bavulunu alıp gitti evden.
Kapıdan çıkarken, "son bir kez kucaklamak isterim seni" diyecek oldu ama kadın, "defol" dedi nefretle...
İlk celsede boşandılar...
Modern bir aşk hikayesinin böyle son bulmasına kimse inanamadı.
Arkadaşlarının desteğiyle ayakta kalmaya çalıştı kadın.
Adamın, sevgilisiyle birlikte Amerika'ya yerleştiğini öğrendi.
Bazen yalnız kaldığında, onu hala sevdiğini hissedince, ağlama nöbetleri geçiriyor, aşkın yerini, en az onun kadar yoğun bir duygu olan nefretin alması için dua ediyordu.
Aradan bir yıl geçti...
Her şeyin ilacı olduğu söylenen zaman bile, kadının derdine çare olamamıştı.
Bir sabah, ısrarla çalan zilin sesiyle uyandı. Kapıyı açtığında, karşısında o kadını gördü.
"Sen, buraya ne yüzle geliyorsun" diye bağırmak istedi ama sesi çıkmadı.
"Lütfen, içeri girmeme izin ver, mutlaka konuşmamız gerekiyor" dedi genç kadın.
Kanepeye ilişti ve zor duyulan bir sesle konuşmaya başladı:
"Hiçbir şey göründüğü gibi değil aslında.
Çok üzgünüm ama o bir saat önce öldü.
Geçen yıl Amerika'daki kongre sırasında öğrendi hastalığını ve yaklaşık bir senelik ömrü kaldığını.
Buna dayanamayacağını, hep söylediğin gibi onunla birlikte ölmek isteyeceğini biliyordu.
Seni kendinden uzaklaştırmak için, benden sevgilisi rolünü oynamamı istedi.
Ailesine de haber vermedi.
Birlikte Amerika'ya yerleştiğimiz yalanını yaydı.
Oysa ilk karşılaştığınız otobüs durağının karşısında bir ev
tutmuştu.
Tedavi görüyor ve kurtulacağına inanıyordu ama olmadı.
Gece fenalaşmış, bakıcısı beni aradı, son anda yetiştim.
Sana bu kutuyu vermemi istedi...
" Gözlerinden akan yaşları durduramayacağını biliyordu kadın.
Hemen oracıkta ölmek istiyordu.
Eline tutuşturulan kutuyu açmayı neden sonra akıl edebildi.
İtinayla katlanmış bir sürü kağıt duruyordu kutuda.
İlk kağıtta, "Lütfen bütün notları sırayla oku bir tanem" diyordu...
Sırayla okudu;
"Seni çok sevdim", "Seni sevmekten hiç vazgeçmedim",
"Senin için ölürüm derdin hep, doğru söylediğini bilirdim."
"Fakat benim için ölmeni istemedim"
"Şimdi bana söz vermeni istiyorum."
"Benim için yaşayacaksın, anlaştık mı?" son kağıdı eline alırken, kutuda bir anahtar olduğunu gördü kadın...
Ve son kağıtta şunlar yazılıydı:
"Sahildeki evimizi senin çizdiğin projeye göre yaptırdım.
Kocaman terasta martılarla kahvaltı ederken, ben hep seni izliyor olacağım....
-

Hasan Aydınlı
- Sitenin Sahipleri

-
- Mesajlar: 529
- Kayıt: Cum May 26, 2006 12:26 pm
- Konum: roling rulezzzz
-
gönderen Hasan Aydınlı » Pzr Haz 11, 2006 6:43 pm
HER ŞEY GÜZEL OLCAKTI...
Sen, ben ve hayatımız...
Hayallerimiz ve hedeflerimiz...
Seni tanıyıp sevdikten sonra hayatıma dair verdiğim sözler… Hepsi çok güzel olacaktı, sen de olsaydın…
Seni tanımak, bana hayatı tanımak gibi geldi.
Seni tanımak ve senin ideallerini hayata taşıma yolunda beraber olmak için söz vermiş ve bu beraberliği, ömür boyu sürdürme kararımızı nikâhla noktalamıştık.
'Daima mutlu olacağız ve bir gün gelip ölüm muvakkaten ayırsa bile, birbirimizi unutmayacağız.' diye nikâh memuruna söz verdik.
Önce kilometre taşımdın, şimdi ise hayat arkadaşım…
Henüz üç aydır seninle aynı evi paylaşıyordum.
Henüz üç aydır seninle kitap okuyor, çay içiyor ve hayata aynı pencereden bakıyordum.
Evet, henüz üç aydır inanç ve ideallerimizi birlikte paylaşıyor ve henüz üç aydır 'yaşıyordum.'
Mutluydun… Bunu biliyor ve görüyordum.
Senin mutluluğun beni de mutlu ediyordu.
Seninle sevginin tılsımını çözmüştük.
Evet ebedî bir sevginin kaynağının 'birbirine bakmak' değil, 'birlikte aynı yöne bakmak' olduğunu anlıyorduk...
Senin baştan beri kalıcı güzelliklere olan bağlılığındı seni bana sevdiren.
Allah'ın kalblerimize koyduğu muhabbetullah hissi ve oradan yayılan varlık sevgisi etrafa dalga dalga yayılıyordu.
Gece ve gündüzümüz hep o sevgiyle aydınlanıyordu sanki.
Huzurluyduk…
Ve yuvamızın huzur kaynağı belki de senin geceleri sessizce yaptığın o dualardı.
Tâ ki o geceye kadar…
17 Ağustos günü seninle alışverişe çıkmış, epey yürüdükten sonra dönüşte annenlere uğramıştık.
Onların dualarını almıştık 'iki dünya mutluluğu' adına.
Bulaşıcı bir yanı vardı mutluluğun, bizi görenler de neredeyse bizim kadar mutlu oluyorlardı.
Eve geç dönmüştük.
Yorgun olmamıza rağmen uyumaya pek niyetimiz yoktu.
Sen birer kahve yaptın ve uzun uzun sohbet ettik.
Önümüzdeki günler hakkında, hedeflerimiz adına, niyetlerimiz adına konuştuk.
Etrafımızdaki insanlara daha çok nasıl faydamız olur, bildiklerimizi nasıl daha çok anlatabilir, bilmediklerimizi nasıl daha iyi anlayabiliriz diye, eserleri nasıl okumalıyız diye, düşündük…
O gece bir kez daha inandım senin gönül dünyandaki güzelliklere ve bilmenin sevginin başlangıcı olduğuna…
Saate bakmıştım bir an, üçe geliyordu. "Artık uyumalıyız." diye düşündüm.
Sen her gün biraz okuduğun baş ucu kitabından birkaç sayfa okumak istedin.
Ben ise tam sana iyi geceler dilemiştim. İşte o an…
Ömrümde ilk defa duyduğum o uğultu koptu.
Hiç bilmediğim bu uğultu, korkunç bir sallantıya dönüştü.
Bu neydi Allah'ım…
Sehpanın üzerindeki bardağı bile anında yere fırlatan bu sarsıntı neydi?
Evet, Allah'ın Celâl isminin bir tecellisi olan bu sarsıntıyı kabullenmek gerekiyordu, bu bir zelzeleydi…
Gözlerindeki mânânın adı ise acziyetten gelen şaşkınlıktı…
Hemen elinden tuttum, ayağa kalkıp kapının eşiğine gittik; ama boşunaydı gayretlerimiz…
Sallantı toz bulutu haline gelmişti.
Biz dışarı çıkamadan tavan üzerimize çökmüştü.
Ben senin üzerine düştüm, portmanto ise benim üzerime…
Ve sen acı çekiyordun.
Çünkü kırılan camlar bacağına batıyor, üstüne üstlük ben de hareket edemiyor ve sana acı veriyordum.
Sen o kadar ince ruhluydun ki, beni üzmemek için, kendi acını unutup bana hissettirmemeye çalışıyordun.
On sekiz saat bizi fark etmelerini, feryadımızı duymalarını bekledik.
On sekiz saat birbirimizin ellerini tutup birbirimize teselli verdik.
O durumda iken bir aralık bana
'Eğer ölürsem, seni orada bekleyeceğim.' dedin.
Ve on sekiz saat, kim bilir belki de on sekiz ölümü bekledin.
Aradan dört gün geçmişti. Şehir o şehir değildi.
İzmit bambaşka bir mekân olmuştu.
Ben felâketi biraz olsun atlatmıştım. Senin durumun ise kötüydü.
Doktor, bacağının kesileceğini söyledi.
Bunu duyar duymaz ikinci bir zelzele ile dünya başıma yıkıldı sandım.
Ama sen hâlâ gülümsüyordun. Sen nasıl bir insandın?
Ne dünyaya ne de dünyalığa önem veriyordun.
Senin için maddenin ve kaybedecek olduğun bir bacağın hiç önemi yok muydu?
Hattâ hayatta kalmanın bile…
Sekizinci gündü…
Bir kibrit kutusu gibi yıkılan evler, evlerin altında kalan canlar, ümitler... Çığlıklar, 'Sesimi duyan var mı?'lar...
İsyanlar, sabırlar… Nice hikâyeler, mucizeler ve gönüllerde derin bir fay hattı…
Şehirde keskin bir ceset kokusu ve insanlarda büyük bir hüzün hâkim…
Boş arsalar kireçlenmiş toplu mezarlarla dolu…
Evini, annesini, kendisini kaybetmiş insanlar…
İnsanların dilinde tek kelime: Deprem.
Fakat sadece bacağın gidecek derken, sen birlikte olacağımız ebedî âleme gittin, geride dolu dolu yaşanmış üç ay ve ideallerini yaşatma azmi kaldı…
Elimde, senin en çok sevdiğin çiçek, naif bir kırmızı gülle mezarının başındayım.
Artık sen yoksun yanımda, ne de gönül pınarının heyecanları…
Sen gittin, geride hüzün, geride ben, gâye-i hayâllerimiz…
Şimdi omzumu sıvazlayan yakınlarım,
'Bırakma kendini. Unutur, yeni bir yuvayla yine mutlu olursun.' diyorlar.
Aslâ!.. Sen bana o zor dakikalarda ne demiştin?
Biz seninle " ötelere" sevdalandık.
Şimdi mezarının başında seninleyim. Bu bize yeter…
Ey benim ötelerdeki eşim ve eş ruhum, bana 'unutursun' diyenlere sadece acı bir tebessümle bakıyorum.
Biz seninle sürekli "öteleri" aradık. Sen buldun aradığını.
Ben ise yoldayım hâlâ.
İmtihanın bu en zor anında sabır diliyorum Rabb'imden.
Ne olur, seni sevdiğimi, her an dua ettiğimi ve sana kavuşacağım günü şafak sayar gibi beklediğimi bil.
Vekillerin En Güzeli'ne emanet ol...
-

Hasan Aydınlı
- Sitenin Sahipleri

-
- Mesajlar: 529
- Kayıt: Cum May 26, 2006 12:26 pm
- Konum: roling rulezzzz
-
gönderen Vedat Başar » Pzr Haz 11, 2006 6:55 pm
Hasancım eline ağzına sağlık...
Paşam..
Bunu okuyunca sahip olduklarımızın değerini daha da iyi anlıyoruz...
Duygulanmamak elde değil...Teşekkürler sana ..
Sağlıcakla kal PAŞAM...
-
Vedat Başar
- Sitenin Sahipleri

-
- Mesajlar: 642
- Kayıt: Cum Oca 20, 2006 7:23 pm
- Konum: Trabzon - Çaykara ( Şahinkayaköyü__Hadi )...
-
gönderen Hasan Aydınlı » Pzr Haz 11, 2006 7:05 pm
eywallah paşam saolasın içimden geçenleri burda paylaşmam için bana destek olan sensin sen saol paşam
-

Hasan Aydınlı
- Sitenin Sahipleri

-
- Mesajlar: 529
- Kayıt: Cum May 26, 2006 12:26 pm
- Konum: roling rulezzzz
-
gönderen Hasan Aydınlı » Pzr Haz 11, 2006 7:06 pm
Tamamen Gerçek Hayattan Alıntı Bu Aşk Hikayesini Okurken Çok
Duygulanacak
Hüzünlenecek ve Bu Hikaye'nin Etkisinde Kalacak ve Bu Etkiyi
Üzerinizden Bir
Kaç Gün Boyunca Atamayacaksınız. Hiyakenin Konusu Bir Gençin Sonu
Ölümle
Biten Çocukluk Sevdasını Anlatıyor...
BİZİMKİSİ BİR AŞK HİKAYESİ...
Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları
yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine.
Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil.
Ağlamaktan hiç utanmadım,duygularım,acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım.
Yine ağlıyorum...
Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.
Lütfen;bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen
yazılı satırlar olarak geçmeyin.
Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yaşarmış diyeceksiniz buna eminim.
Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye taşındık.
Huzursuzdum,okulumu bir köy okulunda okumaktansa ,şehirde medenice okumak istiyordum.
Kaydımı yaptırdı babam okula.
İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna.
Beni bir sınıfa verdiler.
Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya
oturmak istiyorsan otur dedi bana.
Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.
Hayatımı adadığım,gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım.
İsmi Altınay idi.
Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti.
Masmavi gözleri,gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü,
yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı.
O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı.
Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum.
Ya ben onlara gidip ders çalışıyor, yada o bize geliyordu.
Mükemmel bir paylaşımcıydı.
Yüreğini,sevgisini,dostluğunu daha o yaşta vermişti bana.
İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik.
Hep onunla hep ona biraz daha alışarak.
Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve
bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa,hatta aynı sıraya
oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar.
Başarmıştık.
Yine aynı sıradaydık.
Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz
hayat bana huzur vermiyordu.
Yaşımız olgunlaştıkça o beni,ben onu daha çok seviyordum.
Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü
ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken.
Şehir merkezinde.
Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar.
Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde
kalacaktık.
Annem de bizimle kalacaktı.
Allah'ım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.
Ona aşık olmuştum.
Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile.
Ona tapıyordum artık.
Haşa Allah'a şirk koşar gibi günah işlercesine seviyordum.
İlk elini tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim.
Yanakları kızarmıştı,utanmış ve başını önüne !
eğmiş,gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı.
Artık her gün elele tutuşup okula gidiyor ,
okuldan çıkarken elele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize.
Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi.
Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım,hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu.
Her şey harikaydı,dünya cennet gibiydi gözümüzde.
Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde.
Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik.
Karne dönemi gelmişti.
Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu.
Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu.bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.
Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı.
Her zaman toz duman içinde olurdu.çakıllarla kaplıydı.
O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol
oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola.
Neler vermezdim o yolu yürümemek için.
Eli yine elimdeydi,ansızın elini çekti,terlemişti yine eli.
Sanırım dört adım atmıştım.
Dönüp yine azarlayacaktım.
Çünkü hem elimi bırakmış,hem de geride kalmıştı.
Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı.
Sanki gök kubbenin altında kaldım yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu.ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karşılaştım.
Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu.
Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı.
Suratının yarısı yoktu.
Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.
Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş
suratına saplanmıştı.
Ölürcesine bir aşkı,geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim.
Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum.
Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu.
Akan kan ellerimize damlıyordu.
Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu,hastaneye
yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti.
Kimse arabaya almıyordu.
Çevreme bakıp yardım eden demekten,ona dönüp seni
seviyorum,beni bırakma,dayan demekten başka bir şey yapamıyordum.
İki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.
Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü.
Tam dokuz yıl oldu onu yitireli.
Kendime olan güvenimi yitirdim.
Artık kimseyi sevemem,kimsede beni
sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi.
Bitkisel hayatta gibiyim.Tek elimde
-

Hasan Aydınlı
- Sitenin Sahipleri

-
- Mesajlar: 529
- Kayıt: Cum May 26, 2006 12:26 pm
- Konum: roling rulezzzz
-
gönderen Hasan Aydınlı » Pzr Haz 11, 2006 7:19 pm
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı.
Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurtdışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı.
Serap'ı özel bir ilgiyle biz-zat ben tedavi altına aldım.
Ve kısa bir süre sonra da Allah'ın izniyle iyileştiğini gördüm.
Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.
Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi.
Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim.
Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz
bindiği otobüsün kaza gecirmesi uzerine 6 saat kadar mahsur kalmış.
Dönüşünden kısa 1 sure sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı.
Serap bacak kemiklerindeki metasaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahuru sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.
Evine gittiğim gün,yine güçlükle konuşarak:
- Doktor bey, dedi. Ben size...dargınım.
-" Niçin?"diye sordum.
-d indar... bir... insanmışsınız... niçin...bana...da, Allah'ı... ölümü... ahireti... anlat mıyorsunuz?"
Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:
-"Doktora ulaşmak kolaydır dedim. Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."
Konuşmaya mecali olmadığından "ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı.
Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra,ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan Serap için bu dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü.
Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soruyordu.
Vefatına bir hafta kala:
-"Doktor Bey, dedi.Ben...ölürken...ne...söyleme-liyim?"
-"Senin durumun çok özel" dedim. Kelime-i
Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince Muhammed (s.a.v) sana yeter."
O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı.
Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk.
Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.
Dönüşumde annesi telefon ederek:
-"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi.
"Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum.
Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.
-"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?.
İşte Serap, böyle bir hanımdı.
Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gun daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını
rica etti.
Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine olacak ki Salp gunune kadar yaşıyacağına dair işaret sezdim.
Ertesi gün O'na:
-"Hiç korkma!" dedim."İğneyi vurdurabilirsin. "Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu:
- Doktorbey...Azrail...bana...nasıl...görünecek?"
-"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi?
Hiç merak etme,sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim.
Ancak vefatına yetişememiştim.
Ailesi tam manasıyla perişandi.
Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:
-"Doktor bey, biliyor musunuz , bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!"dedi ve devam etti:
-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı,
iki rekat namaz kıldı.
Bütın ev halkı hayretten donup kaldık.
Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-"Doktor bey'e söyleyin, dedi.
Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!!!"
HASAN KARDEŞİM...
KATKILARINDAN DOLAYI SANA ÇOK ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM...
SAĞLICAKLA KAL... Vedat...
-

Hasan Aydınlı
- Sitenin Sahipleri

-
- Mesajlar: 529
- Kayıt: Cum May 26, 2006 12:26 pm
- Konum: roling rulezzzz
-
Dön ŞAİRLERİMİZ VE ŞİİRLERİ
Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 2 misafir