Fakir tavuk yiyorsa, ikisinden birisi kusurludur." (Yahudi Atasözü)
Emperyalizm mağrur ve bir o kadar açık sözlü; strateji kurumlarıyla hazırlattığı raporlar bize sunulan ve ayağımızı denk almamızı öğütleyen birer "Açık Mektup"...Sovyetler yıkılıyor, yeni "tehdit" gözümüzün içine baka baka söyleniyor: (Radikal) İslâm. Sonrası hepimizin malumu, Afgan dağlarındaki üç-beş yüz 'çapulcu' dünyanın efendilerine kafa tutuyor, sofistike saldırılar düzenliyor ve insanlık topyekûn tehdit altında!
Kuşkusuz bu "açık sözlülük" bizimde yabancısı olmadığımız bir vakıa; Oltadaki Balık'tan tutun "Our Boys Have Done It"e, Muavenet'ten Eşref Bitlis'e kadar bir çok psikolojik savaş bombardımanına maruz kaldık yakında dönemde. 90'lı yılların başında o dönem için komplo olarak yaftalanan bir çok öngörünün bugün birer "reel politik" olarak karşımıza çıkması ve bunun da ötesinde kimsenin aklına bile getiremeyeceği olayların (mesela bir çapulcunun Irak'ın başına geçmesi ) hemen her gün ekranlarımızda sırıtıyor olması, geleceğe dair endişelerini "komplovari" bir şekilde dillendirenlerin hiçte haksız olmadığını gösteriyor olsa gerek.
Ne gariptir ki tamda AB "Üyeliği" sürecinde, turizmden futbola kadar bir çok yayın organında karşımıza çıkan ve hatta bize karşı bir saldırı olduğunda teyakkuza geçeceğini düşünerek uğruna Mehmetçiğimizi savaşmaya gönderdiğimiz NATO'da bile "yanlışlıkla" asılan bölünmüş Türkiye haritaları ve târihi bile -2011 olarak- verilen "İç Savaş" teraneleriyle bize sunulan "Açık Mektup"u doğru okumalıyız.
Daha önceki mektupların zarfına değil mazrufuna bakarsak son otuz yılda yaşadıklarımızın da basit bir terör meselesi olmadığını daha iyi anlayabiliriz. 12 Eylül gibi bir sürecin sonunda Türkiye'ye dayatılan yeni yol haritasının ölçeği sokak kavgalarının mantığıyla açıklanamaz. Sokaklardan başlayıp Cudi'de devam eden ve önümüzdeki dönemde büyük şehirlerde (beklide "ova"da) devam edeceği tahmin edilen terör, Tanzimat'la girdiğimiz "Batılılaşma Tüneli"ndeki Paşa kavgalarından tutun "muktedirlerin" 10 yılda bir yaptığı "yoklama"lar gibi bu topraklardaki kurulu müesses düzenin devamını sağlayan diyalektiğin maskelenmiş halidir.
Türkiye'nin ölüsü bile Irak'taki "Kürt Devleti"nin veya PKK'nın bu coğrafyada hayat bulmasına izin vermez. Çözüm teröre karşı alınacak her türden (sert askerî müdahaleler, dağdan ovaya getirecek af süreci, uyum yasaları v.s.) tedbirin çok ötesindedir ve terör kozuna karşı bizden istenen başka bir "biz"in aslında "biz"i nereye götüreceği ile ilgilidir. 13 Eylül 1980'de biten terörden geriye yitik bir nesil kalmış olsada, aslında bakiye kalan bugün yaşadığımız trajedilerin nüvelerinin atıldığı ve Türkiye'yi küresel düzene eklemleyerek vahşi kapitalizmin bu topraklarda koşu yolunu açan "düzen" olmuştur.
Güneydoğu'nun dağlarında büyük bir vatanseverlikle terörün belini kırmak için Amerika'dan silah ve İsrail'den istihbarat alarak savaşabilir, hizmet aşkıyla aldığınız dış borçlarla Türkiye'nin ücra köşelerine devasa yatırımlar yapabilir yahut insan olmamızın gerekliliği olan özgürlüklerimizi geri almak için çeşitli taktik hesapların içerisinde olabilirsiniz. Ancak emperyalizmin diyalektiği tamda bu noktadadır ve kendisinin bizzat kurguladığı terör/irtica/gizli güçler gibi kendisini taraf olmaktan kurtaracak düşmanlıkları körükleyip bu güçleri geleneksel iktidar mekanizmalarıyla karşı karşıya getirerek aradan güç devşirmenin hesaplarını yapmaktadır.
Kabaca sınıflar arası ekonomik çelişkilerin tezahürü diyebileceğimiz Türkiye'deki (ve dünyadaki) bu ayrışma hem kendi içinde gücü muhafaza etmek isteyen statükoyu hem de iktidar pastasından pay almak isteyen ve bizim aramızdan çıkan yeni "ortak"ları sağlama almakta, bunun yanında ise bizleri sömüren işbirlikçi komprador emperyalistleri sömürmek isteyen küresel iktidara yeni "kapılar" açmaktadır.
Yeni dönemin "kahraman"ı PKK'yla dağlarda savaşanlar da, dağdan ovaya çekip "sivilleştirerek" zararsız hale getirenler de olabilir. Ancak târihin şaşmaz terazisi göstermiştir ki gerçek kahramanlık terörün bedenini dağda yahut ovada yok etmek değil, terörün arkasındaki beynin kim olduğunu ve daha da önemlisi her kimse (hani şu kan/isim bilimlerle çok bilinmeyenli denklemlere dönüş-türül-en "gizli güçler") küresel konjonktürün parametrelerini ve modern tanrı "para"nın rasyonalitesini de dikkate alarak aslında neyi amaçladığını doğru tahlil etmekle başlar.
Türkiye'de henüz küresel dengenin yapı taşlarını ve bu iktidarın bizdeki uzantısıyla kurduğu simbiyotik bağı çözümleyecek, kimliğini/siyâsî duruşunu buna göre belirleyecek ve bir "medeniyet dâvâsı" güden -Cemil Meriç'in tabiriyle- "yeni neslin soylu idealistleri"ni yetiştirecek özerk bir ortak akıl olmadığından, sadece bu aklın ve ferasetin çıkartabileceği "kahraman"ı daha çok bekleyeceğiz gibi görünüyor.
Enver Paşa tarafından Türkçe, Almanca, Arapça, ve Farsça olarak çıkartılan ve sadece Ortadoğu'daki değil İrlanda adasındaki bağımsızlık savaşına dahi sayfalarında yer verdiğinden olsa gerek İngiltere tarafından "her kimde görülürse 6 ay hapis ve 200 Lira cezayı nakdi ile tecziye edileceği" duyurulan Livaül İslâm Dergisi'nin Temmuz 1921 sayısında Enver Paşa günümüze de ışık tutarcasına şunları yazmıştı:
"Son zamanlarda moda diye Avrupa'nın her şeyini bilerek bilmeyerek taklide savaştığımız sırada, milliyet modasını da kendimize zarar verip vermeyeceğini düşünmeyerek, Avrupalıların bize sokmak istedikleri şekilde almaya başlayanlarımız görüldü.
Bugün İslâm ailesini teşkil eden muhtelif anasırın bulunduğu vaziyetleri düşünmeyerek, adeta yekdiğerine hasım olurcasına Harb-i Umumi esnasında birer müstakil Türklük, Araplık ve ilh…cereyanı çıkarıldı. Son zamanlarda da küçüle küçüle bugünkü Anadolu'ya sıkışmış ve adeta Anadolu Türklerine münhasır kalmış Osmanlılar arasında da, şimdi bir de Çerkezlik, Arnavutluk, Boşnaklık ve saire ayrılıklara doğru gidildiğine şahit oluyoruz. Şu yukarıdaki söylediğim vaziyeti düşününce bununla neye hizmet etmek istenildiğini kendi kendimize sormaktan geri duramıyoruz. Bidayette İngilizler Mısır'da Türklüğe ve İslâm'a muhalif bir Mısır milliyet cereyanı çıkarmaya çalıştılar ve adeta buna muvaffak olur gibi de oldular.
Fakat Mısır vatanseverleri bu İngiliz dolabını anlayınca, böylece İngiliz boyunduruğuna daha ziyade sıkıştırılmakta olduklarını görünce, İslâmiyet'in bahşettiği hiss-i uhuvveti daha ziyade kuvvetlendirerek Türkiye, Hindîye ve hûlasa hemdert bulundukları Müslüman sair anasıra daha ziyade sokulmağa mecbur oldular. Fakat İngilizler tabîi aralarına tefrika sokmaya çalışmaya devam edeceklerdir.
Lakin fesat tohumu ekmek isteyecekleri tarlayı umdukları gibi bulamayacaklardır. Son zamanlarda İstanbul ve Anadolu gazetelerinde Çerkezler aleyhine görülen ve bizce pek haksız olan ithamlar, tabîi yine düşman İngiliz'in ekmeğine yağ sürmek üzere yine onların yardakçıları ve casusları tarafından ortaya sürülmüş fikirlerdir. Umarız ki bu yaldızlı zehirlere kapılan çok olmaz.
Evet milletler hakikaten gözleri açılmamış ve mesela Mısır'da olduğu gibi Hidiv veya Tunus'ta olduğu gibi bir beyin emrine boyun eğdikleri zaman, bu şahsiyetleri tehdit ederek veya onlara maddî menfaat temin ederek, kendilerini ellerinde oyuncak etmekte İngilizler ve Fransızlar güçlük çekmemişlerdi. Son zamanda bu siyâseti Sultan Vahidettin'i elde ederek Türkiye'de tatbik etmek istediler…
Ey Müslüman milletler! Artık uyanınız! Avrupalıların söyleye söyleye sizi de fenalığına inandırmaya çalıştıkları Müslümanlığınızdan korkmayınız ve İslâm ailesi içinde her millet münferiden kendisini ilim ve silahla teçhiz ederek kurtarmağa çalışırken, diğer milletlerle birlikte kardaş gibi tevhid-i mesai ederek İslâm binasını çürütmeye çalışan emperyalistlere karşı durunuz. Düşmanların araya sokmak istedikleri nifaktan ve böylece düşmanlarımızın hesabına birbirinize karşı düşmanlık ve kan dökmekten sakınınız. Şahsiyetlerin fenalıklarını milletlere atfetmeyiniz.
Mesela Şerif Hüseyin ve oğullarının Harb-i Umumi'de İngilizler ve müttefikleriyle birlik olarak İslâm'a ettikleri ihanetten bu günde Arap milletini parçalamakta ve İngilizlere alet olarak çalışmaya devam etmelerinden hiçbir vakit Arap milleti mesul olamaz…Ve elbette bu suretle dünyaya tamahla yaptığı ihanetin cezasını herhalde şahsı çekecektir. İnşallah İslâm'ın muazzam erkânından birini teşkil eden Arap milleti, bu yüzden zarara uğramaz. Aksi halde boynumuza geçmiş bulunan esaret boyunduruğu altında daha bir çok nesillerimiz mahvolur. Bizde ecdat ve ahfadımıza karşı vazifemizi yapmadığımızdan dolayı ilelebet lanetlere layık kalırız."
Kaynak: Dr. Yusuf Gedikli ; Enver Paşa Nutukları, Makaleleri, Bazı Beyannameleri ve Mektupları; Ufukötesi Yayınları
sozubekce@hotmail.com