Sevgili Kiruk Memed, mankurtlaşıyor muyuz?
Alıntıdır;
“Nedir mankurt?
Mankurt Efsanesi geçmiş çağlarda Türk kavimlerine Çinliler tarafından uygulanan bir işkence ve asimilasyon şekli olarak bilinmektedir. Bu efsaneye göre kafasına ıslak koyun derisi geçirilen kişi, güneşin altında günlerce bekletilmekte, ıslak deri yavaş yavaş kurumakta ve kişinin kafasına müthiş bir basınç yapmaktadır. Güneşin altında kafası gittikçe sıkılan kişi, yapılan işkencenin dayanılmaz tesiriyle kendisini, geçmişini, ideallerini ve şahsiyetini şekillendiren birçok değeri kaybetmektedir ve şuurunu tamamen yitirmiş, yönlendirilmeye açık, kendi geçmişine ve benliğine hissiz, duygulardan yoksunlaşmış, sahibine şartsız olarak bağlı bir robot haline gelmektedir. Bu durumdaki kişilere o çağlarda Mankurt adı verilirmiş. Mankurt kelimesi günümüzde şuursuz kişi anlamında kullanılıyor. Orta Asya halkları arasında yaygın olan bu terim, hastalık, zehirlenme, psikolojik vs. şoklar gibi çeşitli nedenlerden dolayı bellek yitimine /amnezi/ uğrayıp, geçmiş olayları anımsamayan insan yaratıklarını betimler. Terim esas olarak, ‘kendi uruk /soy/ ile köklerini unutan insan’ anlamına gelir. Geldiği soy ve köklerini unutan birinden, etnik, kabul edilen genel insani etik ilke ve norm anlayışlarına uyması beklenilemez. Mankurtlar, kendi benzerlerini yaratıp, normal insanları mankurtlara dönüştürmeye çalışmaları ile de tehlikelidir.”
Şimdi de Orta Asya’dan ülkemize kadar tüm Türk topluluklarında kullanılan fakat bizde politize edilip teröre alet edilecek düzeyde bile kötü niyetlerle kullanılan bir kutlamaya dikkat çekelim; nevruz. Nedir nevruz? Nevruz; eski takvimlere göre yılın ve baharın ilk günü sayılan martın yirmi birine rastlayan gün. Hemen bir soru; ülkemizde yılbaşını kutlayan kaç kişi aynı zamanda öz değerimiz Nevruz’u kutlar?
İşte böyle Mehmet’çiğim, dünyadaki tüm kültürler var olsun ve gelişsin. Ben kendi kültürümden sorumluyum ve onu korur, onu geliştiririm. İnsanlar ise kendine uyanı, iyi olanı seçsin. Yılbaşı kutlaması mesajımda içimde taşıdığım acı ve sıkıntı bu bağlamdadır.
Gelelim sana;
Karda, geçmişimizde güzel anılarımız ve paylaşımlarımız olması, sanırım pek çok ortak yönlerimizin de olduğunu gösterir ( Gerçi ben senden daha iyi koku alırım ). Dediğin gibi; bir insan sağlıksız ve mutsuz olduğunda neyi nasıl kutlayabilir? Kutlamalar ayrıca bir amaç da içerir. Sana veya bana uymayan kutlamalar amaçlarımıza da uymamaktadır. Niye kutlamıyorsun diye bir soruya yanıt bile verilmez değil mi? Önemli olan sevgilinin olması, doğum gününün mutluluk getirmesi v.s. v.s.’dir. Gerisi bahane!..
Sevgili İlkay;
Geç yazdım, kusuruma bakma. Sana bir itirafta bulunayım; ben seni en büyük Şurlu zannederdim, meğerse sen hakiki bir Şahinkayalı imişsin. Yazdığın mesajlara baktım; sevecen, samimi ve hassasiyetleri olan, karşısındakini kırmamaya özen gösteren bir insan gördüm. Eğer sen her zaman böyleydiysen ve ben bunu fark etmediysem o zamanki toyluğuma ver. Şayet sonradan olduysan iyi oldun. Ama bütün bu söylediklerim, bahsi geçen topu sana vereceğim anlamını doğurmaz. Belki Nazımcan’a verebilirim ( Tabii ki bu onun bir Kolofçu Junior olup olmadığına bağlı ).
İlkaycığım, bu arada hayat benim burnumu da epeyce sürttü. Yazdıklarımdan belli oluyor mu bilemiyorum?
Türk kültürü, yani bizim kültürümüzü önemsememe gelince; bunu basit anlamda bir Japon bireyin Japon kültürünü önemsemesi gibi görebilirsin. Veya, diğer bir basit yaklaşımla; yaşlandıkça, geçmişimin yok olması korkusuyla çözüm arıyor da olabilirim v.s. v.s. Bu basit yaklaşımların dışında bence çok çok daha önemli nedenler var ve bunları yüz yüze yapacağımız güzel sohbetlerle paylaşmak daha verimli olur sanırım.
Türk Ocakları’na gelince; üyesi olduğum üç cemiyetten birisidir, 1912 yılında kurulmuştur, web sayfası;
http://www.turkocagi.org.tr/indexm.html şeklindedir. Yeterince bilgi edinemezsen, konuyla ilgili istediğin bilgileri söyle, sana göndereyim. Huse kardeşime gelince; onun fren pedalini hiç boş bırakmamak gerekiyor. Eğer bırakırsak gördüğün gibi ortalığı toz duman götürüyor.
Evet, öğrenmenin sonu yok, aslında öğrendikçe daha az konuşmaya başlıyor insan değil mi?
Araba dedin de, evet ya ben mekaniği sevdiğim için makina mühendisi oldum, tıpkı kültürümüzü sevdiğim için Türk Ocakları’na üye olmam gibi. Bundan dolayı da her iki pozisyonum beni mutlu ediyor. Yani tüme varım yaptım, mutlu olma ihtimalim tümden gelimden daha yüksek değil mi?
İlkaycığım; düz duvara tırmanamayanlar tırmanamadıklarını söylemezler, alçak gönüllülük yapma!..
Saygılarımla.
Cevdet Durgun