ASKILI PANTOLONLU KARİZMA Kİ- MUUUNDU ?
Ağustosun sonları, güneşli, hafiften esen sıcak bir rüzgarın yayladan indiğimiz bu ilk günlerde, sertleşip kurumuş ve çatlamış yüzümüzü ılık ılık okşadığı bir öğlen vakti, köyde ki evinizin havlisinda fındık yapraklarının oynaşan gölgeleri altında, önünüzdeki sıkıştırılmış futuşlu fındık dolu sepeti ayıklamak üzere dış kapının kadosoruna oturup, ne yaptığının farkında olmadan otomatiğe bağlanmış gibi yan tarafınızdaki ağaçtan oyularak yapılmış “got” denen ölçeği, ayıklanmış fındıkla doldurmanın dışında hiçbir hedefinizin olmadığı, köy komşularınızın ve yayla arkadaşlarınızın hepsinin mezireler de bir arada olmalarından dolayı kendinizi şanssız hissettiğiniz, yaprakların hışıltısı ve derelerin uğultusundan oluşan ıssızlığın sesiyle baş başa sıkıcı bir gün.
Evin dufa tarafından önce gittikçe artan hışıltılar, ardından, kısa kesilmiş, siyah, düz, gür ve dik saçlı, badem gözleri dolgun yanaklarının ardında gölgelenmiş, eğilip size bakan sevimli, kocaman bir yüz. Ardından sağa ve öne eğik vaziyette sendeleyerek gelen bir vücut. Göbeğinin önünde sağlam olan sol eliyle, bilekten parmaklarıyla beraber tamamen içe kıvrılmış özürlü sağ elini korumak için üstten örter gibi, kucağında bir şey saklar gibi tutarak, sürtünmelerden dolayı aşınmasın diye poposuna yarım metre çapta, siyah, yuvarlak bir yama dikilmiş, omuzdan askılı pantolonuyla, nefes iniltileri artarak size doğru yaklaşan, uzağınızda ilk bulduğu oturulabilecek yerde oturup,daha önce bir çok kez dinlediğiniz nakaratını, ince bir ses tonuyla, kesik kesik, kekeleyerek, “bi” den sonra duraksayıp, “zum” ları uzatarak; “Kamali dereleri bi-zuuumdu / Hanirmak taşlari bi-zuuumdu / Holisavralar bi-zuuumdu”diye okuyarak sessizliği bozan yukarki Şur’un şenliği CENGİZ AYAN !
Devamlı seyir halinde olduğundan, yukarki Şur’un evleri onun için çay ve kuymak bulunduran birer dinlenme tesisiydi, bizlerde onu dört gözle bekleyen garsonları.Tanıdık, tanımadık hiç kimseden yabancılık hissetmezdi.Herkes onun birinci derece yakınıydı.Bundan dolayı isteklerini rahatlıkla söylerdi, yerine getirilmezse de tepkisini de aynı rahatlıkla ortaya kordu.Buyüzden onu iyi tanımayanlar ilk karşılaşmalarında ondan çekinirdi.
Annem, benim Çaykara’ya gittiğim bir gün, evde yalnızken, Cengiz bize gelmiş. Annem de korkup komşuya kaçmış.Öğleden sonra eve geldiğimde, baktım ki, Cengiz , bizim mutfakta ki divana uzanmış, sobanın üzerinde de çayını demlemiş keyf yapıyor.Sonra annem de geldi ve beraber oturmuştuk.Ama anneme olan kızgınlığı dinmemişti.Hepsi hepsi, tek istediği bir de kuymaktı, bunu da kendine has klasik deyişiyle “ Cengiz’e kuymak de da de “ şeklinde ifade ederdi.
Her şeye sahip olsak da , gözümüzün yine de doymadığı bu dünyadan, o çok erken yaşta kuymağa bile doymadan göçüp gitti. Sadece kuymağa doymuş olması yeterdi.
Ama olsun, biz şimdi, bir kuymak yemek için ta bilmem ne turistik tesislerine ayda bir zor bela giderken, o herhalde, yanında bir büyük demlik çayla, devamlı kaziga yerken, bize bakıp gülüyordur, olduğu yerden.
Bülent Hakan Altuncu
Ocak.2006 / Trabzon