gönderen Yılmaz Ersezer » Çrş Nis 11, 2007 12:05 pm
YÖk'ün içinde bulunduğu durumun, bilimsel yeterliliğinin vs.. tartışılması ve mutlak suretle düzeltilmesi gerektiği konusunda hemen herkes aynı fikirde. Türkiye'yi düze çıkarma sürecinde ciddi bir konu başlığıdır. Ancak Cumhurbaşkanlığı tartışması, demokrasi tartışması, YÖK tartışması ve gündeme oturtulan tüm diğer konu başlıkları daha üst düzeyde siyasi-politik-askeri emel ve arzuların, planların hayata geçirilmesinde bir psikolojik ikna ve etki aracıdır.
Gündemi belirleme gücüne sahip kuvvet merkezlerinin tartışmaya açtığı konu başlıkları üzerinde yürüyenler niyetleri ve gene o tartışmanın sonucu ne olursa olsun üst düzeydeki emel ve planların hayata geçirilmesinde izleyici rolü almış oluyorlar.
Amerikayım ben ve Türkiye'de iktidarda bulunan gücü istediğim gibi yönlendiriyorum. İsteklerimin hayata geçirilmesine engel olan bazı kişiler, kurumlar, kuvvet merkezleri var. Cumhurbaşkanlığı bunlardan bir tanesi, 1. tezkerenin geçmesindeki ve bazı büyük özelleştirmelerin engellenmesinde rolü ve bunun bana maliyeti ortada. Oraya çıkarlarımı koruyan lafımı dinleyen benim adıma faaliyet gösterecek birini koymak istiyorum, güç dengeleri buna uygun. X kişiyi elimde bulundurduğum medya, politik vs.. unsurlarla öne sürüyorum. Ülke içinde o kişiye yönelik tepkileri hesap etmek zorundayım. O kişi üzerinden başlattığım tartışma ile karşı kuvvetleri bir merkezde toplama misyonunu da (kontrolü kaybetmemek için) üstüme alıyorum. Karşı cephenin barajını kuracağı yeri doğru belirlersem planım hayata geçecek. İşte baraj: X kişi cumhurbaşkanı olamaz, çünkü... Bu eksende büyütülecek tartışmanın son noktası büyük ihtimalle şudur. X kişi çıkar son gün, kamuoyu tepkisini dikkate alarak, uzlaşma kültürümün ve uyumlu kişiliğimin etkisi ile adaylığımı koymuyorum ve y kişisinin (y BOP'un o mevkideki eşbaşkanı olacaktır doğal olarak) adaylığını destekliyorum. Ne oldu şimdi? Kim kazandı? Kimin planı hayata geçti? Bu süreçte gündemi belirleyen kuvvetin açtığı başlıklar altında çeşitli kurumları, yeterliliklerini, eksikliklerini tartışan herhangi fikirdeki arkadaşların kişisel yeterlilikleri, iyi niyetleri süreci nasıl etkiledi? YÖK bilimsel anlamda yeterli olsa ne olurdu olmasa ne? Aynaya baksa ne bakmasa ne? Mesele o değil ki. Yukarda örneklediğim olay baştan aşağı yanlış olabilir, büyük kuvvetin planı projesi çok farklı olabilir. Ama sonuç olarak siyaset yapan, düşünce üreten kişi ve kurumlar üstteki büyük plan ve projeleri tespit, analiz etmek ve plan projelerini onu hesaba katarak üretmek zorundalar. Gündemi kendi ihtiyaçları, hesapları çerçevesinde oluşturmak, yönlendirmek ve belirlemek zorundalar.
Doğruları ifade etmek her zaman doğru olmuyor. Hangi doğrunun ne zaman ortaya konulacağı ve ne zaman çözüleceği de bir hesap kitap meselesi. Ordu içindeki yolsuzlukların, çeteleşmelerin vs.. neden son 3-5 yıldır büyük medya tarafından gündeme getirldiğini, allanıp pullanıp süslendiğini hesaplamadan ordunun üstüne yürüyen kişi eyleminin sonuçlarını tartmak durumunda. Türk devletini dağıtan, iç hukuğu'nun üstüne AB hukuğunu koyan süreçte Anayasa mahkemesi'ne ve Danıştay'a yapılan saldırılar, bir takım hakim savcı ve yüksek kurul üyelerinin yolsuzluk ve kanunsuzluklarını gündeme getiren ve kurumları töhmet altında bırakan büyük medyanın ve kuvvet merkezlerinin hedefi nedir? Tartışmayı bu yolsuzluk ve kanunsuzluklar çerçevesinde yürüten kişi fikri ve niyeti ne olursa olsun esas meselenin neresindedir? Keza YÖK meselesi. "Sol"culara, "İslam"cılara, "Milliyetçi"lere (demokrasi tartışmasını bunlar aracılığı ile yürütüyor emperyalizm, sıfatların hepsi tırnak içindedir) AB ve ABD fonlarından aktarılan yüz milyonlarca doların esprisini anlamayan kuvvetler sadece yardımcı roller alabilirler tarihte, tarihi yazamazlar.
Zannımca çok çok basit ama şimdilik kesin olarak doğru bir yöntemdir: Sadece Hürriyet, Milliyet, Sabah gazetelerini ve bunların köşe yazarlarını takip ederek nereyi savunmak nereye vurmak gerektiği çok net olarak tespit edilebilir. Bu gazeteler nereye vuruyorsa orası savunulması gereken, nereyi savunuyorsa orası derbeder edilmesi gereken mevzilerdir.
Savaş, topyekün değil, mevzi savaşı bu. Cumhurbaşkanlığı da o mevzilerden biri. Bu tür mevzileri kazanan nihai savaşı kazanacak. Emperyalizmi, kapitalizmi bir kerede topyekün ortadan kaldırma şansına sahip olmadığımız sürece (ki hiç bir zaman mümkün olmayacak bu) mevziler üzerinden mücadele keyfiyet değil mecburiyet oluyor.
Selam ve Sevgiler...