MİLLETİN İKTİDARI

Forumdaki bazı önemli belge ve bilgilerin saklandığı bölümdür.

Moderatör: Fatma Ozbilgi

MİLLETİN İKTİDARI

Mesajgönderen Serkan Birinci » Cmt Nis 07, 2007 1:37 am

MİLLET NE ZAMAN İKTİDAR OLACAK?

Bu günlerde manşetlerde ABD-İran’a vuracak mı? Cumhurbaşkanı kim olacak? Belki Reis-i Cumhur seçimleriyle de ilişkili olarak yaklaşan genel seçimlerin sonuçları ne olabilir? Sorularının üzerinde senaryolar yer alıyor.

Ben de modaya uyup bu meselelere başka bir yönden, kimilerine göre komplo teorileri olmaktan öte geçemeyecek, yönüyle bir bakış atayım istedim.

ABD’ nin İran’a “seni ham yaparım şovlarına” karşı mazlumdan yana tavır gösteren aziz ve necip milletimin Yaşa Ahmed-i Nejad naraları attığını gözlemliyoruz. Kimileri süreci İran’la tarihi münasebetimiz çerçevesinde değerlendirip; bizene kardeşim zaten İran bizim hep düşmanımızdı, arkadan hançerlemişti diyor, kimileri ise meseleye emperyalizmle mücadele çerçevesinde bakıp ABD’ye kafa tutan bizdendir yaklaşımında.

Benim de aklıma bu Ahmed-i Nejad dedikleri adamın Irak’ın Saddam’ından bi farkı olmadığı gibi enteresan bir fikir geldi, bilmem siz ne dersiniz.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri artık sıkmaya bile başladı. Bir an önce kimi seçecekseler seçseler diyesi geliyor insanın. O olur mu, bu olur mu, başı açık, başı kapalı eşler, mitingler v.s derken hangi taraftan olursak olalım işin biraz da trajik tarafı Cumhuriyetin adını taşıyan bir mevki için yapılacak seçimin Cumhuriyet ilkelerinden giderek uzaklaşıyor olması.

Kuvvetler ayrılığı ilkesine ne oldu ? zaman zaman varlığı tartışılsa da kuruluş amaçları öyle ya da böyle Kanun ile tanımlanan ve görevi üniversitelerin ve bilimin geliştirilmesi olması gereken bir kurumun başkanı nasıl oluyor da Kanunlarda yeri olmayan “rektörler kurulu” diye bir oluşum kurabiliyor ve memurlardan oluşan bu kurul adına YÖK başkanı TEZİÇ başkan sıfatıyla Cumhurbaşkanlığı konusunda kanaat ve görüş iletebiliyor.

Benzeri aykırılıkların örneklerini artırmak mümkün. Kanun devletiyiz diyenler, nerdesiniz?! Anayasal haklara ne oldu? Bu memlekette kimin cumhurbaşkanı olabileceği anayasa ile belirlenmiş değil mi? Ne oluyoruz? Niye herkes hukuğu guguk saymaya başladı. Niye bu ülkedeki yargı erki bu HUKUKSUZLUKLARA MÜDAHİL değil.

İşte biraz bu meselelerden sıkılmış olmalıyım ki, aklıma türlü türlü senaryolar geliyor, Soner Yalçın’lar Yalçın Küçük’ler geliyor aklıma.

Yaklaşan seçimler ayrı bi muamma.zaten seçilenleri bile seçme hakkından mahrum bu millet ne etsin. Garip gureba memur saf tutmaya, bürokratlar koltuk koruma/arama turlarına başladı bile. Bu memleketi kim yönetiyor yahu. Sanırım ta Osmanlıdan bu yana ezilen TÜRKLER, Anadolunun evlatları yine iktidar olamayacak. Yine sebataistik, masonik uzantıları kimi kitapların ve kimi dizilerin satır aralarında okumaya çalışacağız.

Yine aslında mevcut sistemde Türkiye’nin kurtuluşu olması gereken seçimlerde olan bitenden bihaber liderlerin hangisi yakışıklı, hangisi daha kelam ehli, hangisi ne dağıtıyor diye oy vereceğiz.




Siyasi partiler, sivil toplum örgütleri gibi ÇIKAR GRUPLARIDIR esasında. O nedenledir ki İDEOLOJİK PARTİLER iktidar olamazlar. O nedenledir ki esasında iktidar olanların hepsi aynıdır. Özal’dan Erbakan’a, ordan Mesut Yılmaz!a ordan şimdiki Başbakan’a v.s bir bakın hepsinin birbiriyle enteresan ilişkileri olduğu, bürokrat iken beraber çalıştıklarını göreceksiniz.

E o zaman milletin önünde oynanan ve adına politika dedikleri bu saçmalığa ne gerek var. İşte anahtar soru orda. Bu saçma da olsa oyun oynanır, millet bu oyunun taraftarı/tarafı olur. Sınırlı da olsa ana aktörler (parti yöneticileri) pastadan artık denecek dilimleri alır. Pasta bu filmin yönetmenlerince bölüşür iken oynana bu tiyatro izlenir ve UMUTLAR SONRAKİ SEÇİME…..

Tam sıkıldım diyenler olmaya başlayınca oyun değişmez, oyuncuların bir kısmı değişir ki yedektekiler de küsmesin ve bir gün sıra bana da gelir diyebilsin. Taraftar halk da bakın ben de bi işe yarıyorum der. Nitekim o seçmendir. SEÇ-MEN

Ne diyelim…. bir gün bu necip millet uyanıp da, hani şu amerikan sinemasındaki “Truman show” filmindeki esas adam gibi fanusun dışında bir dünya olduğunu, sömürüldüğünü ve kullanıldığını fark ederse işte o zaman gün Anadolu’nungünü, iktidar MİLLETİN kendisi olur.

06.04.2007/ANKARA
Serkan Birinci
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 260
Kayıt: Cum Eyl 16, 2005 7:18 am
Konum: Ankara

Mesajgönderen İlkay Güvercin » Cmt Nis 07, 2007 10:51 pm

Serkan yazını okudum ama katılmadığım bir çok yününün olduğunu gördüm.Bundan en belli başlısına biraz eleştiri yöneltmek istiyorum.Kişiler kendi dünya görüşü doğrultusunda olaylara yaklaşım getirir ve o yaklaşım doğrultusunda da görüş belirtir.Bu anlamda kişiden kişiye bu yaklaşımlar yakınlık göstereceği gibi 180 derecelik aykırı düşüncelerde ortaya çıkabilmektedir.Bunları doğal karşılamak gerekir.Bu anlamda bu ülkede YÖK (Beğenelim beğenmeyelim 70 ünüverstenin ve binlerce öğretim elemanının temsil makamıdır) görüşünü belirtmeyecekte Berliconi(İtalya eski başbakanı) ve ya ABD mi görüş belirtecek.Unutmayalım ki bu hükümet iktidarı boyunca YÖK e karşı bir adım atmadı ki adım ve sevgi beklesin.Yıllardır kadro sorunu çözülmeyen Ünüversteler yüksek lise gibi Ünüverste açmayı kafasına koyan anlayışa muhalefet edecektir.Bir bakıyoruz muhalif bir sesmi çıktı onu hattini aşmaktan anti demokratik anlayışlara kadar her türlü suçlamalar yöneltilmektedir.Bu ülkede madem demokrasi var o anlamda her kesim ve hatta asker bile demokratik sınırlar içinde konuşmalı ve konuşturulmalıdır.Yoksa senin görüşün benim görüşümle uyum içinde değil sen konuşamazsın demektir asıl antidemokratik olan.Selam ve sevgilerle.
Kullanıcı avatarı
İlkay Güvercin
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 566
Kayıt: Çrş Kas 02, 2005 1:47 pm
Konum: kütahya

demokrasi

Mesajgönderen Özgür Hasan Altuncu » Pzr Nis 08, 2007 1:53 am

Demokrasi tam da budur. Herkes fikrini söyler, bu Anayasal bir kurumun başkanı da olabilir, sokaktaki insanda. Buna alışmak gerekiyor sanırım....
Kullanıcı avatarı
Özgür Hasan Altuncu
Bölum yetkilisi
Bölum yetkilisi
 
Mesajlar: 87
Kayıt: Pzt Ağu 28, 2006 6:15 pm
Konum: İstanbul

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Pzt Nis 09, 2007 12:07 pm

Siyasi partilerin çıkar grubu olduğu tanımında uzlaşabiliriz, kişilerin çıkarlarını savunan siyasi partiler de var toplumun belli bir kesiminin çıkarlarını savunan da. Çok hayalci bulmakla birlikte toplumun tamamının çıkarlarını savunduğu iddiasında bulunan partiler de var, bu iddiayı doğru kabul eden çok sayıda insan da. Tüm bu siyasi partilerin ve parti olarak örgütlenmemiş çıkar gruplarının sürece yönelik planları var. Konu her ne olursa olsun (Cumhurbaşkanlığı seçimi, İran, Irak, Kıbrıs vs..) çıkar grupları politikalarını ve planlarını çıkar temelinde üretiyorlar ve güçleri kadar hayata geçiriyorlar.
Hareket halindeki nesnenin hareket yönü ve hızını belirleyen (durmakta olan için de aynı şey geçerlidir) çok sayıda etken bulunabilir. İlk kuvvet, ardından ona ivme veren veya engellemeye çalışan diğerleri. Nesnenin hareketini anlamaya çalışan fizikçi esas kuvveti belirlemeye çalışır. O belirlendikten sonra gerisi oldukça kolaydır, pamuk ipliği gibi çözülür hareket ve yeni istikamette yol alır nesne. Cumhurbaşkanlığı, İran, Irak, Kıbrıs vs.. bu süreçlerin ana tetikleyicisi, esas oğlanı kim? Bu soruya verilecek doğru yanıt tüm soruların doğru ya da doğruya yakın bir şekilde cevaplanmasını sağlayabilir. O ana kaynağı bulduktan sonra tüm kuvvetler o ana kuvvetin ekseninde anlaşılabilir ve açıklanabilir.
ABD ve onun Büyük Ortadoğu Projesi. En büyük proje, yalın olarak bakarsanız en büyük kuvvet. Suyun aktığı yönü, halihazırda nesnenin hareket yönünü belirleyen kuvvet bu. Düne kadar "bizim oğlan" dedikleri ordu'nun düşman ilan edilmesi ve resmi yayın organlarında bizim bazı generallerimiz için "çizme öptürülecek generaller" tespiti tam da o ana projenin hayata geçirilmesine engel bir kuvvet olarak sahneye çıkmış olmalarından kaynaklanıyor. Irak savaşı tezkeresine hayır oyu verilmesini sağlayan bu iç kuvvet, ABD'ye ortadoğu'da ciddi bir çelme takmış ve ana kuvvetin tüm hışmını üstüne çekmiş bulunuyor. Çuval giydirmeler, resmi davetlerde bölünmüş Türkiye haritaları ile aşağılama ve korkutma çabaları, terör örgütüne ve onun destekçilerine devlet yöneticisi uygulamaları ve para desteği, Şemdinli'de görevini yapan asker üzerinden ordu'ya karşı yürütülen linç operasyonu, en son darbe tartışmaları, komutanların ortaya dökülen "günlük"leri, ordu ve "militarizm" karşıtı "demokratlık" ve "demokrasi" söylevleri.
Türk Devleti, bu büyük projeye destek veren ve direnen kuvvetler olarak ayrışmakta bulunuyor. Diyarbakır'ı BOP'un başkenti yapacağını televizyondan 70 milyonun gözünün içine bakarak söyleyebilen BOP'un esgüdüm başkanı iktidar sahibi, bu faaliyette hem kendisinin ve hem de ana kuvvetin önüne engel olarak çıkan Ordu ve Cumhurbaşkanlığı makamlarından birini ele geçirme diğerini yıpratma görevini (bu da bir kuvvet, ana kuvvetle eşgüdüm halinde) hayata geçiriyor. Ülkedeki tüm çıkar grubu kuvvetler de kendi çıkarları gereği bu kuvvetler saflaşmasında köşe tutmaya ve ağırlıklarını tercih ettikleri kuvvet lehinde ortaya koymaya çalışıyor.
Aşağıdan yukarı analiz yaparak insanları gerçek sorudan uzaklaştırarak ana kuvvete tabi kılmaya çalışan kuvvet odakları var: Demokrat mısın o zaman ordunun siyasete müdahale etmesine karşı çıkacaksın. Allah allah, neden? Ordu'nun Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Mehmetçiği aşağıya sürmek isteyen ABD'ye ve onun projesine karşı durmasına hangi demokratlık gereği karşı çıkılabilir? En büyük demokrasi düşmanı eylem Mehmetçiğin kanını pazarlık masasına koymak ve başkalarının maddi çıkarları için pazarlamak değil mi? Ordu ABD'nin yanında olduğu sürece darbeleri alkışlayan, şakşaklayan ABD kuvvetçikleri'nden mi öğrenmeliyiz demokratlığın ne olduğunu?
Cumhurbaşkanlığı makamının BOP'un eşgüdüm makamı olmasına engel olmak çok büyük bir demokrasi eylemi oluyor bu durumda. Ama en sağlamı iktidarı ABD eşgüdüm merkezi olmaktan çıkarmak, bu daha doğru. Cumhurbaşkanlığı makamını korumaya çalışmak değil iktidarı da kurtarmak.
Siyaset denilen meret, büyük hedef kuvvete karşı olan tüm kuvvetleri toparlama, daha büyük bir kuvvet üretme ve hareketin yönünü belirleme sanatı. Ana kuvvet ve tali kuvvetler çerçevesinden bakıldığında herkesin durduğu yer ayan beyan ortaya çıkıyor. Her siyasi parti, her çıkar grubu neyin kimin çıkarlarını temsil ettiğini bar bar bağırıyor aslında. Tabi görmek isteyene, görmek istemeyene yapılabilecek tek şey tekrar tekrar işaret etmek, eninde sonunda görülecek bu durum, Türk tarihi aksine müsade etmeyecek kadar büyük.
Selamlar...
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Pzt Nis 09, 2007 12:42 pm

Olayı bir başörtüsü meselesi olarak sunan kurum ve kuvvetler de bu saflaşmada karşı tarafa hizmet ediyor. Türk halkı, hassas olduğu manevi ve dinsel değerler üzerinden o makamın BOP hizmetlilerine teslimine boyun eğdirilmeye çalışılıyor. Bunu bilinçli olarak yapan da var suyun akışına kendini kaptıran da. ABD açısından olay şu kadar basittir: BOP'a dahil olan herkes olabilir-onlardan olmalıdır Cumhurbaşkanı, aslolan projedir. Tayyip Erdoğan, olmadı Deniz Baykal, olmadı Mehmet Ağar, olmadı BOP içinde bu role talip olan herhangi biri. Aslolan o makamın BOP tarafından ele geçirilmesidir. Ben bizim de aynı eksenden bakmamız gerektiği kanaatindeyim. ABD'ye ve BOP'a karşı mücadele edip köşkte kara çarşafla dolaşacak birini eşinin başı açık BOP işbirlikçilerine 1000 kere yeğlerim.
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Serkan Birinci » Pzt Nis 09, 2007 11:25 pm

Sanırım anlatmaya çalıştıklarımın bir kısmı doğru anlaşılamadı. kişisel anlamda fikir dünyam" demokrasi ve demokratlık kültürü" ile çok da sık kesişmez. Ancak, benim ifade etmeye çalıştığım şey,sonuçları kişisel düşüncelerimiz ile çelişsin yada örtüşsün madem böyle bir sistem var öyleyse herkesin, her kesimin de oyunu kuralları ile oynaması gerekir noktasında.

Bu manada tekrar etmekte fayda var ki, hukuk normları toplum düzenini sağlamak içindir. Eşitlik ve adalet kavramı bu normu ayakta tutacak ilkelerdir.

Kuvvetler ayrılığı prensibi bu ilkelerin korunmasına dönük bir tedbir olarak düşünülmüş ve sistem içinde yer bulmuştur. Hal böyle iken hukuk düzeninin iğfal ediliyor olması- mevcut konjonktürde kişisel düşüncelerimiz ile örtüşüyor olsa bile- DEMOKRATİKLEŞME/KONUŞAN TOPLUM OLUŞTURABİLME gibi hedefler için de olsa HUKUKSUZLUĞUN ta kendisidir.

zira, hak ve özgürlükler gibi kavramların kullanılması ve yönetişimi Hukuk normları içinde olmalıdır. Yani Kanun ile tanınmayan istisnalar bu gün kulaklarınızı okşasa bile gücünü milletten yada onların bi şekilde teveccühü ile yasama organı haline dönüşen Meclisin dışında hiçbir zümre, grup yada kümenin insafına ve iğfaline terk edilemez.

eğer konuşan bir toplum özlemindeyseniz konuşanları fikir özgürlüğü zemininde koruyan, hak ve sınırlarını çizen bir kanun yaparsınız/yapılmasını sağlarsınız/yapacak bir siyasi tercikte bulunursunuz. Ya da bazı kurum ve kuruluşlar ile onları temsil kaabiliyetinde olanlara bazı muafiyetler tanıyacaksanız bunu da kanunlarla düzenlersiniz.

benim eleştirim bu merkezdedir. bu anlamda YÖK başkanı ve diğer bazı kamu görevlilerinin kanunlara RAĞMEN siyasi demeçler ve değerlendirmeler yapabiliyor olması DİĞERLERİNE ise bu hakkın verilmiyor olmasıdır HUKUKSUZLUK....


Bilim üretemeyen ve bu ülkenin fikri kalkınmasına bir taş koyamayan bir kurumun başkanının siyaset üretme çabası bu anlamda manidar değildir. Yazıda sözüne ettiğim "rektörler komitesi" de hukuksal dayanağı olmayan KOMİTA anlayışıdır.

Bugün mevcut iktidarın karşısında olan bu kurumun eğer bir mücadele anlayışı geliştirmesi gerekiyorsa onun anafikri ünüversitelerin sorunları olmalıdır. Tüm gücünü ve enerjisini bu alana yönlendirmesi, hem zeminde ve fırsattta toplumsal duyarlılığın oluşması, sivil baskı unsurlarının siyasete etki etmesi gibi yöntemlerle bu BİLİM ÜRETEMEYEN ÜNÜVERSİTENİN YAPISAL SORUNLARINI TOPLUMLA PAYLAŞMASI gerekir.

siyasi gruplar ve ülke siyasetine tesir etme bu günkü anayasal sistem içinde siyasi partiler ile sivil toplum kuruluşlarına ve derneklere tanınmış bir istisnadır.

işte Demokrasi kültürü ve adalet; bu anlayışı, sonuçları kişisel düşünceleriniz ya da çıkarlarınız için lehte veya aleyhte gelişsin kollayıp gözetebilme erdemidir. Esas böyle olmazsa, bana göre demokrasi, sana göre demokrasi, TÜRK DEMOKRASİSİ olur.

Yazının anafikri MİLLETİN İKTİDAR olması hususuydu, bu anlamda farklı siyasi tercihlerimiz olsa da YILMAZ'ın

"ABD'ye ve BOP'a karşı mücadele edip köşkte kara çarşafla dolaşacak birini eşinin başı açık BOP işbirlikçilerine 1000 kere yeğlerim." final cümlesinden, anafikir zemininde meselenin doğru tahlil edildiğine dair bir mesaj olarak okudum.

Yine finaldeki "Türk tarihi aksine müsade etmeyecek kadar büyük" ifadesi ile gösterilen çözümün böylesi bir zamanda ancak TEMENNİ olabileceği ve bunun için daha çok ekmek fırına ihtiyaç olacağı kanaatindeyim.

selamlar...
Serkan Birinci
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 260
Kayıt: Cum Eyl 16, 2005 7:18 am
Konum: Ankara

Mesajgönderen Köksal Ağaoğlu » Çrş Nis 11, 2007 9:20 am

Yazının bütünlüğünden umarım uzaklaşmadan aklıma gelen bir iki hususu ifade etmek istiyorum:Şu YÖK’ten bilimsel kaygılardan uzak, asıl gayesini unutmuş ya da boş vermiş. Kendi iç sorunlarını bir tarafa koyup üstüne vazife olmayan konularda gündem oluşturmalarını üzüntüyle karşılıyorum. Politik kadrolaşmanın hakim olduğunu yakından bildiğim “kurtarılmış” üniversiteler, ast üst ilişkisinin hoca talebe ilişkisinden ziyade yalakalığın, siyasi hemşericiliğin, egoların tatmin edildiği vahim ilişkiler. “Akademik” kelimesi; üniversite içerindeki makam, mevki, unvan kapma telaşının gölgesinde kalmış, içini dolduracak nadir gayretlerde küstürülmüş ya da kıymet verilmez bir muameleyle karşı karşıya bırakılmış. “Devletin ideolojik aygıtı” halini almış, kendini kışlada gören, kışlaya selam gönderen mesajlar vesaire. Allah aşkına dünya ilmine katkın ne, ortaya çıkarmış olduğunuz ilmi araştırmalar yansa yok olsa dünya ilmi ne gibi bir zarar görür? Hele bir aynaya bak ta...

Bir diğer husus: ABD ve BOP’a karşı savunacağımız kale; Cumhurbaşkanlığı makamından önce kapitalizme karşı göstereceğimiz bireysel ve toplumsal irade gücüdür. Bunun dışındaki tüm gayretler ABD ve BOP’a hizmet ve bana göre bundan gayrısı lafü güzaf…
Kullanıcı avatarı
Köksal Ağaoğlu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 176
Kayıt: Pzt Eki 24, 2005 5:30 pm
Konum: Trabzon

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Çrş Nis 11, 2007 12:05 pm

YÖk'ün içinde bulunduğu durumun, bilimsel yeterliliğinin vs.. tartışılması ve mutlak suretle düzeltilmesi gerektiği konusunda hemen herkes aynı fikirde. Türkiye'yi düze çıkarma sürecinde ciddi bir konu başlığıdır. Ancak Cumhurbaşkanlığı tartışması, demokrasi tartışması, YÖK tartışması ve gündeme oturtulan tüm diğer konu başlıkları daha üst düzeyde siyasi-politik-askeri emel ve arzuların, planların hayata geçirilmesinde bir psikolojik ikna ve etki aracıdır.

Gündemi belirleme gücüne sahip kuvvet merkezlerinin tartışmaya açtığı konu başlıkları üzerinde yürüyenler niyetleri ve gene o tartışmanın sonucu ne olursa olsun üst düzeydeki emel ve planların hayata geçirilmesinde izleyici rolü almış oluyorlar.

Amerikayım ben ve Türkiye'de iktidarda bulunan gücü istediğim gibi yönlendiriyorum. İsteklerimin hayata geçirilmesine engel olan bazı kişiler, kurumlar, kuvvet merkezleri var. Cumhurbaşkanlığı bunlardan bir tanesi, 1. tezkerenin geçmesindeki ve bazı büyük özelleştirmelerin engellenmesinde rolü ve bunun bana maliyeti ortada. Oraya çıkarlarımı koruyan lafımı dinleyen benim adıma faaliyet gösterecek birini koymak istiyorum, güç dengeleri buna uygun. X kişiyi elimde bulundurduğum medya, politik vs.. unsurlarla öne sürüyorum. Ülke içinde o kişiye yönelik tepkileri hesap etmek zorundayım. O kişi üzerinden başlattığım tartışma ile karşı kuvvetleri bir merkezde toplama misyonunu da (kontrolü kaybetmemek için) üstüme alıyorum. Karşı cephenin barajını kuracağı yeri doğru belirlersem planım hayata geçecek. İşte baraj: X kişi cumhurbaşkanı olamaz, çünkü... Bu eksende büyütülecek tartışmanın son noktası büyük ihtimalle şudur. X kişi çıkar son gün, kamuoyu tepkisini dikkate alarak, uzlaşma kültürümün ve uyumlu kişiliğimin etkisi ile adaylığımı koymuyorum ve y kişisinin (y BOP'un o mevkideki eşbaşkanı olacaktır doğal olarak) adaylığını destekliyorum. Ne oldu şimdi? Kim kazandı? Kimin planı hayata geçti? Bu süreçte gündemi belirleyen kuvvetin açtığı başlıklar altında çeşitli kurumları, yeterliliklerini, eksikliklerini tartışan herhangi fikirdeki arkadaşların kişisel yeterlilikleri, iyi niyetleri süreci nasıl etkiledi? YÖK bilimsel anlamda yeterli olsa ne olurdu olmasa ne? Aynaya baksa ne bakmasa ne? Mesele o değil ki. Yukarda örneklediğim olay baştan aşağı yanlış olabilir, büyük kuvvetin planı projesi çok farklı olabilir. Ama sonuç olarak siyaset yapan, düşünce üreten kişi ve kurumlar üstteki büyük plan ve projeleri tespit, analiz etmek ve plan projelerini onu hesaba katarak üretmek zorundalar. Gündemi kendi ihtiyaçları, hesapları çerçevesinde oluşturmak, yönlendirmek ve belirlemek zorundalar.

Doğruları ifade etmek her zaman doğru olmuyor. Hangi doğrunun ne zaman ortaya konulacağı ve ne zaman çözüleceği de bir hesap kitap meselesi. Ordu içindeki yolsuzlukların, çeteleşmelerin vs.. neden son 3-5 yıldır büyük medya tarafından gündeme getirldiğini, allanıp pullanıp süslendiğini hesaplamadan ordunun üstüne yürüyen kişi eyleminin sonuçlarını tartmak durumunda. Türk devletini dağıtan, iç hukuğu'nun üstüne AB hukuğunu koyan süreçte Anayasa mahkemesi'ne ve Danıştay'a yapılan saldırılar, bir takım hakim savcı ve yüksek kurul üyelerinin yolsuzluk ve kanunsuzluklarını gündeme getiren ve kurumları töhmet altında bırakan büyük medyanın ve kuvvet merkezlerinin hedefi nedir? Tartışmayı bu yolsuzluk ve kanunsuzluklar çerçevesinde yürüten kişi fikri ve niyeti ne olursa olsun esas meselenin neresindedir? Keza YÖK meselesi. "Sol"culara, "İslam"cılara, "Milliyetçi"lere (demokrasi tartışmasını bunlar aracılığı ile yürütüyor emperyalizm, sıfatların hepsi tırnak içindedir) AB ve ABD fonlarından aktarılan yüz milyonlarca doların esprisini anlamayan kuvvetler sadece yardımcı roller alabilirler tarihte, tarihi yazamazlar.

Zannımca çok çok basit ama şimdilik kesin olarak doğru bir yöntemdir: Sadece Hürriyet, Milliyet, Sabah gazetelerini ve bunların köşe yazarlarını takip ederek nereyi savunmak nereye vurmak gerektiği çok net olarak tespit edilebilir. Bu gazeteler nereye vuruyorsa orası savunulması gereken, nereyi savunuyorsa orası derbeder edilmesi gereken mevzilerdir.

Savaş, topyekün değil, mevzi savaşı bu. Cumhurbaşkanlığı da o mevzilerden biri. Bu tür mevzileri kazanan nihai savaşı kazanacak. Emperyalizmi, kapitalizmi bir kerede topyekün ortadan kaldırma şansına sahip olmadığımız sürece (ki hiç bir zaman mümkün olmayacak bu) mevziler üzerinden mücadele keyfiyet değil mecburiyet oluyor.

Selam ve Sevgiler...
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Köksal Ağaoğlu » Çrş Nis 11, 2007 1:12 pm

Yılmaz, Cumhurbaşkanlığı mevzisinin sembolik anlamı üzerinde fazla vurgu yaptığına inanıyorum. Yukarıdaki yazında verdiğin örnekte olduğu gibi benzer örnek Amerika için geçerlidir. Amerika piyasaya ve büyük şirketlerin çıkarlarına engel oluşturmayacak en büyük Anti-Amerikan söylemine sahip adamın Cumhurbaşkanı olmasına sesini çıkarmaz ki. Amerika için Cumhurbaşkanlığından önce Meclis, Bakanlar Kurulu, Başbakan, piyasa gelir diye düşünmekteyim.
Gövdeden ayrı başın yapacağı, kelle diye koltuk altında dolaşmaktır. Bu yüzden gövde ve baş bütünlüğünü bozmayacak aksine güçlendirecek, kan akışını sağlayacak politikalar üretilmelidir. Kendi insanından doğan korkuyla beslenen her türlü siyaset, faaliyet geri tepmeye, bizim dışımızdakilere hizmet etmeye ve yenilmeye mahkumdur.
Ve belki ukalalık olarak kabul edecek olanlar olacaktır. Ortada “derdim var” diye dolaşanların, ortamı gerenlerin büyük çoğunluğunun derdinin başka olduğunu, samimi olmadıklarını düşünüyorum. Bu insanlar Cemil Meriç’in ifadesiyle “bu ülkenin insanından şikayetçi”, “aynaya tahammülleri yok”…
Taployu okuma, anlama,anlatma derdinde olan kardeşime selam ve sevgilerimle
Kullanıcı avatarı
Köksal Ağaoğlu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 176
Kayıt: Pzt Eki 24, 2005 5:30 pm
Konum: Trabzon

Mesajgönderen İlkay Güvercin » Çrş Nis 11, 2007 2:26 pm

Bir toplumda bütün yapılar o toplumun gelişmişliğiyle ilgilidir.Türkiye gibi ortalama eğitim seviyesinin 6 yıl olduğu bir ülkede kurumların yada yapıların toplumun genel havasının bir yansıması olduğu unutulmamalıdır.Bazı yapıların ülkenin siyası gelişmesine katkıda bulunması neden yadırganıyor anlamadım.YÖK ün antidemokratik uygulamalarının olması onun söz hakkının kısıtlamasını anlamına gelmemesi gerektiğini düşünüyorum.Unutulmamalıdır ki sayasi partilerden başlamak üzere bütün kurumlarımız kendi içinde anti demokratik birçok unsuru içinde barındırıyor malesef.12 eylül mantığının topluma giydirilen apolitik yaklaşımlar toplumun bütün unsurlarını kapladığını görmekteyiz.İşçi işçiliğini yapsın,Öğrenci öğrenciliğini yapsın,Çiftçi çiftçiliğini yapsın,İmam imamlığını yapsın yaklaşımları bu toplumu bir avuç seçkinler demokrasisine cevirmekte ve bizde bu kısır tartışmalarda yerimizi almaktayız.Ben önceki yazımdada belirttim bütün kurum ve yapıları konuşturmadan ülkeyi gercek demokrasi sürecine sokamayız.Bu kurumlardan birileride YÖK ve benzeri kurumlardır.Benim anlayışıma karşı o zaman onu susturayım anlayışı bu ülkeye bir şey kazandırmadı ve kazandıramaz.
Kullanıcı avatarı
İlkay Güvercin
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 566
Kayıt: Çrş Kas 02, 2005 1:47 pm
Konum: kütahya

Mesajgönderen Serkan Birinci » Çrş Nis 11, 2007 3:36 pm

Toplumun tüm yapılarını konuşturan bir demokrasi anlayışı benim de kulağımna hoş geliyor doğrusu. Öte yandan YÖK ve ünüversitelerin sorunları konusu ayrı bir münazara bile olur. Her ne kadar satır aralarındaki eleştiri ve iğnelemeler var ise de Yılmaz'ın not ettiklerine bir katkı da ben yapayım istedim.


Hulki CEViZOĞLU
>>KİMSE SÖYLEMİYOR, BARİ BEN SÖYLEYEYİM
>>"Kimse söylemiyor, bari ben söyleyeyim " biçimindeki sözler artık
>>moda oldu!..
>>Önce Orhan Pamuk, bir süre sonra da Kenan Evren bu cümleleri
>>kullandı. Kullandı ama, ardından gelen açıklamalar ya Türk Milleti
>>'ne hakaret i çeren ya da aldatılmıslık duygusu veren ifadelerdi.
>>Benim söyleyeceğim öyle olmayacak. Tam tersine, bugüne kadar
>>"unutturulmaya" çalısılan ve dikkatleri üzerinden uzaklastırmaya
>>yönelik onemli bir gerçek olacak.
>>MiLLi MüCADELE 'DE "DüSMAN üLKELER". .
>>Bizler bugüne kadar, Kurtulus Savası denince aklımıza hiç ABD 'yi
>>getirmedik. Ya da, aklımıza getirtmediler!..
>>Tekrar düsünelim bakalım, "Kurtulus Mücadelesi" deyince aklımıza
>>hangi "düsman ülkeler"geliyor?. .
>>Basta Yunanistan, sonra İngiltere, Fransa ve İtalya..
>>Çoğunluğumuz sanıyor ve öyle biliyor ki, ülkemizi isgal eden ve
>>paylasmaya gelen ülkeler bunlar..
>>Oysa, "Kurtulus Savası 'nda ana düsman ABD" dersek, " hadi canım "
>>der misiniz?..
>>Böyle diyen ve düsünenler olsa dahi, suna artık kimse itiraz
>>etmiyor:
>>"AB D, Türkiye Cumhuriyeti 'nin kurulus anlasması olan Lozan'ı
>>resmen tanımadı!.."
>>Bugün, ülkemizi bölen yeni sınırlar çizmesinin ardında da bu
>>yatıyor..
>>Biz yalnızca, yukarıda sayılan ülkelere karsı kurtulus mücadelesi
>>verdiysek ve ortada ABD yoksa, ABD niçin Lozan 'ı tanımıyor?. .
>>1919 'DA DA AVRUPA'YA EMiR VEREN ABD..
>>Su anda 100 bin adet sınırına dayanan "isgal ve Direnis" adlı
>>kitabımı yazarken, karsıma ABD çıktı.
>>Bugün PKK 'ya destek veren, onu yok etmek için silahlı mücadeleye
>>karsı çıkan ve "sabredin!" diyen, Irak'ın kuzeyinde bir Kürt
>>Devleti kuran, ülkemizdeki Kürt ayrılıkçılara siyasal destek veren
>>ABD, 1919'da da karsımızda imis de haberimiz yok!..
>>Bakınız, o tarihte ABD Baskanı olan Wilson, gitmis Paris 'te
>>oturmus; yanına Fransa Basbakanı Klemenso, ingiltere Basbakanı Loyd
>>Corc ve Yunanistan Basbakanı Venizelos 'u almıs, Türkiye'yi
>>paylasmak için "emirler" veriyor .
>>Bizlere de yıllarca "tek düsman" olarak Avrupa gösterildi. Oysa o
>>Avrupalı ülkelere emirleri veren ABD Baskanı Wilson.. Türkiye 'yi
>>dörde bölen haritayı yapan da ABD Baskanı Wilson. (Hepsi son
>>kitabımda belgeleriyle yer alıyor.)
>>ABD Baskanı, "İ stanbul bir Türk kenti değildir" diyor; "İstanbul
>>Boğazı ve çevresini ABD mandasına almalıyız " diyor; "Boğa zlara ve
>>İstanbul 'a Amerikan askeri yerlestireceğiz " diyor; "Yunanistan
>>Basbakanına söyledim" diyor. .
>>Yine aynı tarihte, "Türkler'i medenilestirmek!" için ülkemize 100
>>bin Amerikan askeri göndermeyi planlıyor.. (Bugün Irak 'a
>>yaptıklarını bize yapacakmıs da Mustafa Kemal 'i asamamıs!.. )
>>AKP Hükümeti 'nin ve bazılarının(!) çok istediği 1 Mart Tezkeresi
>>geçseydi, Türkiye 'ye 62 bin 500 askerini yerlestirecekti.
>>Nasıl hiç birbirine benzemiyor değil mi!!..
>>İSTE BEN SÖYLEDİM!..
>>"Kimse söylemiyor, bari ben söyleyeyim " diye baslamıstım. İste
>>söyledim!..
>>Kurtulus Savasıyla ilgili böyle nemli bir bilgi bugüne kadar
>>milletten niçin gizlendi acaba?..
>>20 günde 3. baskısıyla 100 bin adedin üzerine çıkan "İsgal ve
>>Direnis" adlı kitabımı okuyan pek çok tarih öğretmeni bile
>>telefonla bu gerçeği yeni öğrendiğini söylüyor.
>>Peki bunu gören, okuyan, en küçük magazin dedikodusunu kaçırmayan
>>ve 5 kamera ile izleyen televizyon habercileri, gazeteler bu
>>gerçeği niçin vurgulamıyor dersiniz? Gazetelerin kitap ekleri bu
>>gerçeği niçin yazmıyor?..
>>iste ben söyledim ve yazdım..
>>Bakalım baskaları neler söyleyecek ve yazacak?.. Söyleyecek ve
>>yazacaklar mı?..
Serkan Birinci
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 260
Kayıt: Cum Eyl 16, 2005 7:18 am
Konum: Ankara

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Prş Nis 12, 2007 8:14 am

Sevgili Köksal, bence Cumhurbaşkanlığı sembolik anlamının üzerinde bir fonksiyona sahip. Meclis, Bakanlar Kurulu, Başbakanlık ve piyasa bence de önce geliyor ama halihazırda o mevzilerin BOP'un elinde olduğunu ve gözünü önünde engel olarak duran Cumhurbaşkanlığı ve Ordu'ya diktiğini düşünüyorum. Bu iki mevzi savunulması-korunması gereken, onlardan daha önce gelen sözünü ettiğin mevzilerin de kazanılması gerekenler olduğunu düşünüyorum. Kazanacak olan kim, kazanması gereken kim sorusu geliyor akla, verebileceğim tek cevap var: Milli olan, ulusal devleti ve ulusal ekonomiyi koruyacak olan her kim ise o. Bu anlamda yeterli tek bir kuvvet yok ise (ki yok) bir milli ittifak oluşturmak tarihin günün vatanseverlerine yüklediği misyon oluyor.
Piyasalar işgal altında, tarıma destekler kaldırılmış, köylü toprağını işleyemiyor, trakya köylüsü toprağını ekmek için değil günlük hayatını idame ettirebilmek için Yunan sermayeli FinansBank'tan toprağını ipotek ettirerek kredi kullanıyor (FinansBank'ın çok uygun koşullarla verdiği bu krediyi neden sadece Trakya bölgesinde kullandırdığı ve hedefinin ne olduğu açık), gümrükler indirilmiş, küçük üretici uluslararası sermayeyle rekabet şansına sahip olmadığı için tükenme noktasına gelmiş, sadece yabancı sermayeye yan sanayi olarak çalışan üretici günü kurtarıyor, piyasa yabancı kara paranın tahakkümü altında inliyor, bir gecelik operasyonlarla 8 milyar $ paramız çalınıyor ve yurtdışına aktarılıyor, ulusal ekonominin belkemiği kurumlar teker teker yabancı sermayeye peşkeş çekilmiş (tüm özelleştirmelerden elde edilen gelir özelleştirme idaresi kurulunun masrafının altında), Hükümet ABD ile birlikte Ortadoğu'ya Türk askerini sürebilmek için yırtınıyor, Başbakan televizyonlardan kendini BOP'un eşgüdüm başkanı ilan ediyor, Kuzey Irak'ta bir feodal bey Türk Devletini Diyarbakır'ı karıştırmakla tehdit edecek kadar kudurmuş (biliyoruz ki o Barzani'nin değil ABD'nin tehtidi'dir) ve ona cevap verebilecek ulusal onura ve devlet yöneticiliği ünvanına sahip birileri yok, Kıbrıs'ta tüm haklarımızdan vaz geçilmiş ve Kıbrıs Türk Cumhuriye'ti bir avuç çapulcuya teslim edilmiş, ve son olarak Türk askerinin kanının Ortadoğu coğrafyasında ABD çıkarları için akıtılması üzre pazarlıklar sonuçlanmış ve iş Cumhurbaşkanlığı mevzisinin ele geçirilmesi ve Ordu'ya diz çöktürülmesi planlarının sonuçlanmasına kalmış durumda. Son 27 yılın mevzi savaşı'nda durum bu. Tüm mevziler toptan değil bir sürecin sonunda kaybedildi ve gene doğaldır ki toptan değil bir sürecin sonunda geri alınacaklar. Bu koşullar altında mükemmele ergi çabası yerine eldeki ne ise onunla-onu birleştirerek mücadele edilmesi gerektiği fikrindeyim ve başka da bir çare olmadığını düşünüyorum.

Serkan kardeş, satır aralarında eleştiri ve iğneleme yoktu aslında. Politik fikrim ve analiz yöntemim her ne kadar farklı ise de somutda en kritik meselelerde senden ya da Köksal'dan ya da Hasret'den farklı şeyler istemediğimi-düşünmediğimi görüyorum. Bazı karmaşık problemlerde farklı sonuçlara varmamız kadar doğal bir şey yok (insanız sonuç olarak ve her halükarda yetersisiz, dünyamız ve algımız yaşadıklarımızla sınırlı), ama mesele vatan kadar temel ve "basit" bir sorun olduğunda olması gerektiği gibi oluyor. Vatan, namus ve onur meselesinde farklı bir yerlere ulaşmamız mümkün değil, hamurumuz aynı.

Selam ve Sevgiler...
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Köksal Ağaoğlu » Prş Nis 12, 2007 12:45 pm

Sevgili İlkay, sağduyuyu itidali elinde bulundurması gereken her kurum mevzuyu vuzuha kavuşturacak, perdeyi aralayacak ( Yılmaz’ın samimi gayretinde olduğu gibi ) ve gördüğü hakikati, tehlikeyi bizlere gösterecek her türlü açıklamayı yapmak görevi ve bu başımız üstüdür. Ancak şamar oğlanına döndürülmüş toplumu ajite etmenin anlamı ne? Biraz da bu noktaya yoğunlaşalım.
Ayrıca söylediğine aynen katılıyorum: Ortada bir pislik, satılmışlık, ihmal varsa bundan hepimiz sorumluyuz. Pislikten nasibini almayan kurum yoktur.
Yılmaz, Amerika sağ yerine sol göstersin(vursun), bu adamların sesi çıkmaz. Bunlar işin renginde. Yine bu insanlar emekli olsun alayı AKP’den milletvekili olur. Ekonomik endişeleri ve kapitalizmden şikayetleri yoktur. Bağımsız tepki verdiklerine de inanmıyorum. Senaryonun bir parçasıdırlar. Tıpkı Rusya’daki sosyalizmin kapitalizme yaptığı hizmet gibi..
Bugüne kadar yaptıkları da ortada; su akarken testiyi doldurmak. Türkiye içerisinde adalar kurdular. Bu ülkenin milli reflekslerini öldürdüler. Bu güne kadar ne yapmaya çalıştılarsa aynen bunu yapmaya devam ediyorlar. Bunlar “bu ülkenin insanından şikayetçi”. Onların tabiriyle “dinciler”den. İslami kültüründen.
AKP’nin mevcut bir iki “marjinal” parti dışında diğer partilerden farkı ne? Geçmiş iktidarlardan farkı ne Allah aşkına? Daha münafık ve daha fazla sattı yedi he mi? Katılmadığım ekonomik görüşleri çerçevesinde tüm geçmiş iktidarlardan daha başarılı bence. Çünkü yemeyen satmayan iktidar görmedim.
Hedef net gösterilmiyor. Düşman net tanımlanmıyor. Düşman “dinciler”, “İslamcılar”, “gericiler” “milliyetçiler” mi ? Yoksa Amerika, emperyalist siyasi, ekonomik, kültürel hedefleri olanlar mı?
Bunlar emperyalizmden çok bu ülkenin insanıyla mücadele etmişlerdir. Zerre samimiyetlerine inanmıyorum. Bu güne kadar nerdeydiniz? Bu ülke insanlarının çektiği ekonomik sosyal sorunlar için hangi samimi sesi çıkardınız? Şimdi kalkmışlar ülke elden gidiyor naraları atıyorlar pöhh! Atı alan Üsküdar’ı geçti…
Selam ve sevgiler
Kullanıcı avatarı
Köksal Ağaoğlu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 176
Kayıt: Pzt Eki 24, 2005 5:30 pm
Konum: Trabzon

Mesajgönderen İlyas Hasret Uygun » Prş Nis 12, 2007 2:49 pm

Ne bileyim.
Ilkay a yine gonderme yapamadan gecemeyecegim.
Gercek Demokrasi den bahsediyor yine.
Insan bir kere kandirilmaya gorsun vay haline.
Yok arkadaslar demokrasi diye bir sey.
Hic bir yerde yok.
Amerikada bile.
Ingiltere de de yok bu meret.
Veya biraz daha yumusatirsak,adamina gore var.
Sana bana yok dostum.

Cumhurbaskanligi secimi hususnda kaldirilan hararet te fuzuli.
Kandirilmis sozum ona demokrasi bekcileri (YOK mesela nedense ilmin bekcisi olacak yerde demokrasinin bekcisi olmus)
cigirtkanlik yapiyor.
Bunlar bir sekilde demokrasi diye bir seye kandirilmis.
Bu demokraside laiklikten gecer safsatasina inandirilmis.
Basortusu falan filan yine bombos endiseler vs vs.
Cemil Meric in dedigi gibi "arabacinin gozleri bagli,arabaya hukmeden atlar"

Hasret UYGUN
MOSKOVA
Kullanıcı avatarı
İlyas Hasret Uygun
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 511
Kayıt: Cum Eyl 16, 2005 12:53 pm
Konum: Moskova

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Prş Nis 12, 2007 2:51 pm

"O kişi üzerinden başlattığım tartışma ile karşı kuvvetleri bir merkezde toplama misyonunu da (kontrolü kaybetmemek için) üstüme alıyorum. Karşı cephenin barajını kuracağı yeri doğru belirlersem planım hayata geçecek. İşte baraj: X kişi cumhurbaşkanı olamaz, çünkü... Bu eksende büyütülecek tartışmanın son noktası büyük ihtimalle şudur. X kişi çıkar son gün, kamuoyu tepkisini dikkate alarak, uzlaşma kültürümün ve uyumlu kişiliğimin etkisi ile adaylığımı koymuyorum ve y kişisinin (y BOP'un o mevkideki eşbaşkanı olacaktır doğal olarak) adaylığını destekliyorum. Ne oldu şimdi? Kim kazandı? Kimin planı hayata geçti?"

Köksal kardeş, önceki yazımdan kopyalayıp aldığım bu üstteki kısımda kastettiğim tam da senin ifade ettiğin şey. Pek çok parti ve kuruluş sol gösterip sağ vuruyor hali hazırda. Barajın yanlış yerde kurulması bu unsurlar tarafından sağlanıyor. Yani ABD operasyonunun bir ayağı hükümet diğer ayağı ise muhalefet diye ortalıkta dolaşan diğer unsurların önemli bir bölümü. Bunların birbirinden önemli bir farkı yok, tamamı kaderlerini emperyalizm ile birleştirmiş durumda. Tam da dediğin gibi senaryonun bir parçasıdırlar. Savaş stratejilerinde en önemli başlıklardan birincisi rakibi dağıtmak mümkün değilse yanlış yönlendirmek yanlış yerde karargah (baraj) kurmasını sağlamaktır. Bahsettiğin grubun misyonu budur. Bunların ipleri de ABD'nin elinde duruyor.
AKP'yi hangi meselede başarılı bulduğunu bildirirsen fikrimi aktarabilirim. Benim kanaatim tamamen bir ihanet şebekesi olduğu. Ve gene senin bildirdiğin gibi öncüllerinden tek farkı en kritik dönemde iktitarda olması, yoksa aynı işi diğerleri de yapmaya çoktan hazırlar. Ve bir de "bu ülke" "bu ülkenin insanı" mesela haçlıların Irak saldırısına ancak bu hükümet tarafından dahil edilebilirdi. Ancak bu hükümet tarafından "İran" saldırısına dahil edilebilir, o yüzden desteklendiler, o yüzden iktidara getirildiler. Bu rolü hayata geçirmeyi kabul etmeyen ve direnen Erbakan'dan bu yüzden koparıldılar, henüz başbakan olmadan Beyaz Saray'da konuk edilmelerinin sebebi de budur. Aynı misyona aday olduğu halde bir CHP iktidarında bu tür bir tezkerenin meclisten geçirilmeye çalışıldığını tasavvur edebiliyor musun? Tüm toplum ayağa kalkardı. Mevcut iktidarın "İslami" rengidir toplumu sessizliğe boğan.
Daha önceki bir yazında ifade ettiğin "İslam kültürü" ve "İslami değerler"in bu toplumdaki yeri ve önemini senden benden çok daha önce keşfetmiş bulunuyor ABD. Yeşil Kuşak projelerinin, Amerika'nın "bizim oğlanları" 12 Eylül generallerinin Türk-İslam sentezi ideolojilerinin ve uygulamalarının teorisyeni ve uygulama sorumluları CIA Türkiye masası şefleridir. Çok da başarılı oldukları içinde bulunduğumuz süreçten anlaşılmakta.
Görev net olarak belli: Cumhurbaşkanlığı makamına ABD'ye karşı duracak ve milli duruş sergileyebilecek bir ismi getirmek, bir BOP eşbaşkanının getirilmesine engel olmak. Bunun yolu bir taraftan mevcut iktidarı teşhir, diğer taraftan ABD adına faaliyet yürütüp barajı "Erdoğan" adı berisine kurmaya çalışan sözü edilen kuvvetleri teşhir ve etkisiz kılmak. Mesela bu hafta sonu Ankara'da yapılacak Cumhuriyet mitingi'nin 2 olasılığı var. Ya toplanacak yüzbinler Irak ve İran halklarına selam gönderecekler, ABD'ye ve BOP'a bu coğrafyada müsade etmeyeceklerini ilan edecekler ya da "Mollalar İran'a" sloganı atacaklar. Sözünü ettiğimiz topluluk 2. sloganı ve fikri egemen kılmak misyonunu hayata geçirmek için kıvranmaktadır. Bu sayede yüzbinlerin tepkisi Amerika ambarına tahıl olacak ve misyon yerine getirilecek. Emperyalist yayın organlarından Financial Times'ın bu mitingi dünyanın en önemli olaylarından biri olarak analiz etmesi de bundan kaynaklanıyor. Çünkü sadece ülkemizin değil Ortadoğu'nun geleceğini de belirleyecek olan kritik bir süreçten geçiyoruz.

Selam ve sevgiler...
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Sonraki

Dön ARŞİV

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 0 misafir

cron