- ŞİMDİ BEN NE YANA GİDEYİM?
Kirlenmemiş muhabbetin abidesi. Özümüz, gıdamız, varlığımız, özgül ağırlığımız: Analar
Bizi sarmalayan, şekillendiren, yaşama hazırlayan, insanlık adına hareket edebileceğimiz, beslenebileceğimiz tek bakir nokta analar.… Yabancılaşan, çoraklaşan, harabeye dönen ruhumuza can veren mübarek analar …
Ana kelimesi, cömertliğin, vefanın, sevginin hikayesidir.
Mübarektir elleri, yüzleri, gülüşleri , ellerindeki damarları…
Namaz, dua, tespih, yazma bir başka yakışır analara
Alnından, şakaklarından akan boncuk boncuk terleri..
Merhamet, muhabbet, metanet çeşmeleri analar…
Hayatları köyün dağlarında, taşlarında; kazma sallamak, ot taşımak, yaprak, odun yapmakla, yorulmak bilmez bir koşuşturmayla geçer.
Ağırdan ev işine aklınıza gelen her işte anaların el emeği göz nuru vardır.
Ne tarafa dönersek onların izlerine rastlarız. Her yönde, her işte, her yaprakta, her dalda, her “ğarman”da, her “ğorom” otta, her “balya”da aklınıza gelen her şeyde onların silueti karşımızda durur.
Silinmez izler bırakmışlardır her tarafa.
Analar kelimenin hasbi anlamıyla yemez yedirir, giymez giydirir. Sevdiklerinin rahatı için her türlü fedakarlığa isteyerek gönülden katlanırlar.
Analarımız özlem ve acıyla yoğrulmuşlardır. Yüzlerindeki izler, saçlarındaki beyazlıklar hep manevi yaraların, bedensel çilelerin tezahürüdür.
Boyunun iki katı “lağusap”ları bazen enine bazen boyuna taşıması…Fasulyelerden yapmış olduğu yüklerin içinde kaybolması..
Mezirelerden yaylalardan yaya olarak taşıdıkları bitmez tükenmez yükler
Sabahın soğuğunda, uykunun en tatlı anında üşenmeden sobayı yakmak hep analara düşmüştür.
Mısır ekmeğini, “boğda ekmeği”ni yoğuruşu, o ellerle yapılan kuymaklar, lağana yemekleri, tereyağları, peynirler lezzetlerini hep o mübarek ellerden alır. Köy, yayla, mezire tadını bu varlıklardan alır.
Kendilerini ailelerine adamış sabır, şükür ve gösterişsiz bir hayatın timsalleridirler…
O mübarek eller ekmeğimizi, toprağımızı ve bizi yoğurdu…Çocuklar, danalar bu mübarek ellerde doğdu. Bu ellerden yedi çocuklar, danagalar, sığırlar, tavuklar…Canlılar bu ellerden beslendi, dağlar taşlar bu ellerle şekillendi.
Sevmek, vermek, fedakarlık…Sevdiklerinin mutluluğuyla beslenir, nefes alır, heyecan bulur analar…
Yaşayabilmeleri için sevgiyle kucaklayacakları bir varlığa ihtiyaç duyarlar. Bu evlat olur, eş olur, beslediği hayvan olur. Vermeden, sevmeden yaşayamaz mutlu olamazlar.
Analar tüm yüreğiyle, hissederek gönlüne yığdığı bu sevgilerle mutlu olurlar.
…
Aile fertlerini bayramda, seyranda, yazın veya kışın bir araya toplayabilen güçtür analar. Bütün aile fertlerinin bir evde toplanmasında telaşla karışık, çocuksu bir sevinç doğar içlerine .
…
Evladı kendisinden önce ölmeye görsün aklı başından gider. Bir daha eski sağlığına dengesine kavuşamaz. Evladı yerine kendisi girmek ister toprağa. Ana yüreği her şeye dayanır evlat acısından gayrı…Yavru hasretiyle gözlerini yuman garip analar.
…
Analar dağlara, yaylalara, ağaçlara, denizlere benzetilebilir; kimi zaman yalnızlıklarıyla, kimi zaman sığınabileceğimiz kimi zaman da karşılıksız vericilikleriyle…
Bir ananın ölümü, bir “Şahinkaya” nın yerinden oynaması, yuvarlanması gibidir. Yerinden oynayan, yuvarlanan kaya etrafına bir daha kapanmayacak yaralar açar.
Anayla hiçbir zaman arzu edilen veda yi gerçekleştiremeyiz. Her zaman “keşke” şöyle yapsaydım dediğimiz duyguyu kolay kolay hafızamızdan silemeyiz.
Anaların yerini başka herhangi bir varlığın doldurması mümkün değildir. Onun boşluğu ebediyen hissedilir. Onun varlığı, ölümüyle daha da büyür içimizde. Her yalnız kaldığımızda, her maziye daldığımızda karşımızda ilk bulacağımız varlık analar olur.
Bir ananın hüznü, ölümü parçalar, doğrar yüreğimizi, şaşırtır yönümüzü:
-Oyyyy Anam!
-Bizleri yetim bıraktun anam!
-Ana şimdi ben ne yapayım?
-Oyyy! . Benum güzel anam!
- Şimdi ben ne yana gideyim?
ANAYURDUMUZ, ANA KAYALAR, ŞAHİNKAYALAR; MÜBAREK ANALAR