gönderen Mehmet Erdoğan » Pzt Mar 24, 2008 11:10 am
MEREŞAL FEVZİ ÇAKMAK'IN SIRRI
Fevzi Paşa... bu ifşayı, refikasi Fitnat hanıma söyle açıklamıştır:
"Fitnat. Öyle birşey biliyorum ki ortaya çıkıp söylememe bugüne kadarki
tutumumuz ve davranışlarımız müsait degil. Mecburum, bu sırrı kendimle beraber
mezara ürmeğe.."
Ve işte Mareşalin senelerce sakladığı büyük sır ki, Sultan Vahdettin'in vatansever
bir insan olduğunu ve kurtuluşu (İstiklal Savaşının kazanılması) Anadolu'da
gördüğünü apaçık göstermektedir.
Dinleyelim Fevzi Paşayı:
«Mütareke senesinde, bir Cuma selamlığından sonra Sultan Vahdettin beni
huzuruna kabul etti.
"Paşa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu işler anca Anadolu'da teşkilatlanarak
kurtarılabilir. Bana Anadolu'da teşkilat kuracak, memleketi şu karanlık durumdan
kurtarabilecek Paşaların bir listesini yapıp getirin"
Ertesi Cuma, yine selamlıktan sonra huzuruna girip hazırladğım listeyi verdim.
Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. Sonra yarı kapalı gözleriyle agır agır,
tane tane konusmaya başladı:
"Paşa, Mustafa Kemal Paşa hırsız mıdır"
"Haşa Padişahım"
"Bir namuzsuzluğu, ahlaksızlığı var mıdır ?"
"Haşa Padişahım"
"Beceriksiz ve kabiliyetsiz midir?"
"Hayır efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir"
"O halde bu listeye niçin onun adını yazmadınız?.."
Hiç düşünmeden cevap verdim:
"Padisahım, Mustafa Kemal Pasa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet
taraftarıdır"
Padişah elindeki kağıdı atar gibi masanın üzerine bıraktı...Ayağa kalkıp pencereye
döndü. Limanda demirli İtilaf devletleri (İngiliz, Fransız, Italyan, Yunan) gemilerini
göstererek:
"Paşa, Paşa... Bu gemileri görmek kanıma dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da
isterse Cumhuriyet olsun...Kendine selamla birlikte tebliğ ediniz, haftaya Cuma
günü Mustafa Kemal Paşa'yı göreceğim..."
(Vehbi Vakkasoğlu, Son Bozgun, Cilt 1 -Timaş , Istanbul, 1990, shf. 134)
MUSTAFA KEMAL PAŞA İLE SULTAN VAHDETTİN'İN SON BULUŞMASI
Peki bu görüşmede neler oldu.
Mustafa Kemal, Küçük Mabeyn'de Sultan Vahdettin'le yaptığı son görüşmeyi (15
Mayis 1919), şöyle anlatmıştır:
"Yıldız Sarayı'nın ufak bir salonunda Vahdettin'le adeta diz dize denecek kadar
yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap
var. Salonun Boğaziçi'ne doğru açılan pencerelerinden gördüğümüz manzara su:
Birbirine muvazi hatlar üzerinde düşman zırhlıları, bordalarındaki toplar sanki Yıldız
Sarayı'na doğrulmuştu.... Manzarayı görmek için, oturduğumuz yerlerden
baslarımızı sağa, sola çevirmek kafi idi.
Vahdettin hiç unutmuyacağım su sözlerle konuşmaya başladı:
- Paşa, paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi tarihe
geçmiştir. Bunlari unut. Aslı şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir.
Paşa, paşa devlet-i aliyeyi kurtarabilirsin! dedi.
- Hakkımdaki teveccüh ve itimadi arz-i teşekkür ederim, elimden gelen hizmette
kusur etmeyeceğime emniyet buyurunuz, dedim.
Sonra:
- Merak buyurmayınız efendimiz, dedim, nokta-i nazar-i şahanenizi anladım. İrade-i
seniyye olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyuruklarınızı bir an
unutmayacağım.
- Muvaffak ol ! Hitab-i sahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çiktim.
Seryaver Naci Paşa koridorda elinde ufak bir muhfaza içinde bir şey tutuyordu:
- Zat-i Şahane'nin ufak bir hatırası, dedi.
Kapağın üstünde Vahdettin'in inisyalleri işlenmiş bir saatti.
- Peki, tesekkür ederim, dedim.
Saati yaverim aldi. Sonra Yıldız Sarayı'ndan çıktığımız ve hareket etmek üzere
olduğumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatle, ayaklarımızın patırtısını
işitmekten korkarak, saraydan uzaklaştık"
Ancak Mustafa Kemal Paşa bu görüşmede Vahdettin'in kendisine niçin umut
bağladığını biliyor ve şartlar müsait olduğunda kendi fikirlerine fırsat
tanınmayacağını düşünüyor ve bunu "O son görüşmede anladım ki, padişahlar
milletlerinin kaderini değil, ancak şahısların huzurunu düşünürler. O gün, Türkiye'yi
ancak Cumhuriyet'in kurtaracağına iman ettim" diye dile getiriyordu.
(Detaylar için bakınız. Atatürk’ün Bütün Eserleri” Cilt: 3, Sayfa: 99, Kaynak Yayınları)
Vahdettin vatanın kurtuluşunun ömrünün son altı ayına kadar 'Sarı Paşa' ondan
sonraki günlerinde ise 'Gazi Paşa' dediği bu kararlı ve dirayetli komutanın ellerinde
şekileceğini ümit ediyordu. Mustafa Kemal gerek Almanya ziyareti sırasında
gösterdiği kurmay zekası (ve bu yolculukta açıkladığı fikirleri) gerekse , daha önce
girdiği savaşlarda sonuca gitmeyi bilen ve yılmayan çelik iradesi ile ümit
bağlanacak tek isimdi.
Çünkü o daha Kasım 1918'de Yıldırım Orduları Grup Karargahı'nın, Padişah'ın emri
ile kaldırılmasından sonra İstanbul'a gelen Mustafa Kemal, boğazın ortasına
demirlemiş düşman donanmasını görünce, yanında bulunan yaveri Cevat Abbas
Gürer Bey'e şöyle diyordu: "Geldikleri gibi giderler!"
"SARI PAŞA SAMSUN'A GİTMEK İÇİN YOLA ÇIKTI MI"
Olağanüstü yetkilerle donatılan Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'a gönderilmesi ve
bu görevlendirmede karargah merkezi belirtilmemesi işgal kuvvetlerini rahatsız
etmiştir. Onların bu durumu araştırmaya kalkmaları hem Vahdetttin'i hem de
Atatürk'ün yakın silah arkadaşı olacak olan ve içlerinde Fevzi Çakmak, İsmet İnönü
gibi isimler yer alan komutanları telaşlandıracak ve herkes Mustafa Kemal'in bir an
önce İstanbul'dan çıkması için sabırsızlanacaktır. Hatta ilginçtin bu telaşa kapılanlar
içinde Damat Ferit Paşa da olacaktır. Ama yıldız sarayında duyulan en büyük kaygı
şüphesiz saltanatını kaymetmemek için ümitlerini Kemal Paşa'ya bağlamış olan
talihsiz sultanın kaygısıdır. O da sık sık yanındakilere sormaktadır: "Sarı Paşa
Samsun'a gitmek için yola çıktı mı?"
BANDIRMA VAPURU İNGİLİZLERCE ARANDI
Vatan, millet, saltanat, hilafet, gelecek, huzur için edişe duyanların topyekün
ümitleri 'yalnız bir adamın' kaderine bağlanmıştı. Onun kaderi tüm ulusun, Osmanlı
devletinin ve bağlantılı kavramların ve güzel gelecek ümitlerinin de kaderini
belirleyecekti.
Ancak kimi tarih meraklılarının(!) iddia ettiği gibi Bandırma Vapuru İstanbul'dan
kaçarak ayrılmamıştı. İstanbul’da İngilizlerin fazla dikkatini çekmemek için,
kalabalık bir ziyaretçi toplanmamasına dikkat edildiği doğrudur. Bu hassasiyet
doğaldır ki Mustafa Kemal Paşa'ya bağlanan 'gizli' ümitlerin işgal güçlerince
sezilmemesi içindir.
“Bandırma vapuru” zamanına göre teknoloji harikası değildi ama abartıldığı kadar
köhne bir tekne de değildi. İskoçya’da inşa edilen gemi, Lloyd’s sigortasının
kayıtlarına göre, 279 grostonluk, yelken ve buhar donanımlı, demir uskurlu elli
metreye varan uzunlukta ve altı metre genişliğindeydi. Denize indirildiğinde ismi,
“Trocadero”ydu. Önce bir Yunanlı armatör tarafından satın alınan gemi, Osmanlı
idare-i mahsusasınca bu yeni sahibinden satın alınmış ve adı “Bandırma”ya
çevrilmiştir.
“Bahriye Nazırı Avni Paşa vapurun hazırlanması işini günler öncesinden halletmişti.
Karadeniz’e açılmalarından hemen önce bir devriye hücumbotuyla gelip,
Bandırmanın güvertesine çıkan İngiliz denizcileri vizeleri kontrol etmeleri ve
“please proceed sir!”, yani “Lütfen efendim devam” demeleri sır olamayacak kadar
tarihin malı olmuştur.
16 Mayıs 1919 akş üzeri Mustafa Kemal, "Bandırma Vapuru" ile Samsun'a
çıkmak üzere İstanbul'dan ayrılırken Kızkulesi yakınlarında işgal kuvvetleri
tarafından gemisi aranır, ondan sonra geminin Karadeniz'e çıkışına izin verilir. Eski
ve yaralı Bandırma Vapuru düşman zırhlıları arasından yavaş yavaş geçip
Karadeniz'e doğru yol alırken, M. Kemal o alev alev yanan gözleriyle İstanbul'a son
defa bakar ve şöyle der:
"Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri sey
yalnız madde. Bunlar Hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini
anlayamazlar. Biz Anadolu'ya ne silah ne cephane ürüyoruz. Biz ideali ve imanı
ürüyoruz