MİLLETİN İKTİDARI

Forumdaki bazı önemli belge ve bilgilerin saklandığı bölümdür.

Moderatör: Fatma Ozbilgi

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Prş Nis 12, 2007 3:02 pm

Bu iktidarın "İslami rengi" özellikle tırnak içindedir. Çünkü kanaatimce mevcut iktidarın rengi "İslam" falan değil Kemal Unakıtan'ın eşinin uluorta üstünde dolaştırdığı o tişörtün üstünde bulunuyor. Bir Türkiye Cumhuriyeti devleti bakanı, eşi ve eşinin üstündeki tişörtteki amerikan bayrağı ile basının karşısına geçip poz veriyor fotoğraf ve kameralara. Her ekonomik ve siyasi uygulama tartışılabilir, ama bunun tartışılabilecek bir tarafı bulunmuyor. Çürümüşlüğün, şekilsizliğin hangi boyutudur bu? O parti içinden bir Allah kulunun çıkıp bu terbiyesizliği dile getirmemesi (muhalefetten de bir ses gelmemesi aynı sebepdendir), bunu içine sindirmesi neyi ifade eder? Bunun daha ötesi mümkün mü? Değil bir bakan ya da onun eşi, akıl hastanesindeki bir akıl hastası yapmaz bunu. O kadar dengesiz, o kadar utanmaz ve o kadar kukla olduklarını düşünüyorum.
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Serkan Birinci » Prş Nis 12, 2007 5:11 pm

"Makkeme Kadıya Mülk Olmaz"

Bu itibarla da Yılmaz'ın mevzi tutmak olarak isimlendirdiği mücadele anlayışı ve bu mücadelenin sözde tarafı gibi görünen ve bunu kullanarak kendisine "muafiyetler" "istisnalar" yaratma çabası içinde olanları tasvip etmek mümkün değil.

İstiklal savaşının mücadele anlayışı "hattı müdafa yoktur sathı müdafa vardır ve o satıh bütün vatandır" ifadesindedir.

İşte onun için "durumdan hal çıkaran" kişi/kurum/gruplara avans tanımak doğru bir yaklaşım da değildir. topyekün bir mücadele anlayışı ve aydınlanma sağlanamadığı sürece korunacak her mevzi bu gün değilse yarın düşer.

İşte ondan ısrarla hak, özgürlük gibi kavramlarda sınıfsal, zümresel ayrıcılık yapmanın yanlışlığındayım.ve tabidir ki bu hak ve özgürlüklerin yanında sorumluluk ve görev kavramlarının birlikte düşünülmesi gerekir.

Çözüm topyekün bir aydınlanma modelidir. böyle bir modele kişisel ya da kurumsal olarak öncülük iddiasında olanların başka şeylerin ardına sığınmadan bir duruş sergilemesi gerekmez mi...

herşeyin membasını ABD ve BOP'a ihale ederken karşı duruşları ve çıkışları da sorgulamak gerekmez mi....

Ülke çok zor bir süreçten geçmeye hazırlanıyor. umarım siyah, beyaz, yeşil, turuncu rengi ne olursa olsun herkes bu bilinçtedir.
Serkan Birinci
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 260
Kayıt: Cum Eyl 16, 2005 7:18 am
Konum: Ankara

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Prş Nis 12, 2007 7:06 pm

Serkan, Mustafa Kemal'in ve askeri eğitim almış herkesin bildiği en temel gerçek savaşın (askeri ya da politik) topyekün olmadığı, mevzi savaşlarının bir sonucu olarak kazanıldığıdır. Eldeki mevzi müdafa edilir ve düşmanın elindeki mevziler kazanılır. Binlerce yıllık tecrübe ile oluşan en temel doktrindir bu ve en büyük ustalarından biri Mustafa Kemal'dir. Kurtuluş Savaşı'nın mevzi savaşı olduğunu Nutuk'ta yüzlerce kez üstüne basa basa ifade eder. Klasik doktrinde bir mevzi, savaş içinde ordu veya kolordu seviyesinde yarılırsa yarılan kuvvet, büyüklüğü ile orantılı bir miktar geri çekilir ve orada yeni bir hat kurar, esası budur. Mustafa Kemal'in katkısı tüm ordunun geri çekilmesi yerine yarılan ordu veya kolordunun en kısa mesafede yeni mevzisini kurmasıdır ki sebebi Sakarya Meydan Muharebesi'nde ordu büyüklüğünce geri çekilmenin sonucunun Ankara'nın düşecek olmasıdır. Yani mevzi savaşından vaz geçmiyor Mustafa Kemal, aksine mevziyi en kısa noktaya taşıyor.

Mustafa Kemal'in ağzından: "Asker her yerde savaşır! Tepenin altında, üstünde, çamurda, derede... Hattimiz yarılınca 500 metre, 1000 metre geri çekilip yeniden hat kuracağız. bulunduğumuz her yeri son neferimiz ölene kadar karış karış kanla sulamadan terk ve teslim etmeyecegiz."

Nutuk'tan: "Savunma hatlarımız kısım kısım kırılıyordu. Fakat kırılan her kısmın yerine en yakın bir yerde hemen yeni bir savunma hattı kuruluyordu. Savunma hattına çok ümit bağlamak ve onun kırılmasıyla, ordunun büyüklüğü ölçüsünde çok gerilere çekilmek gerektiği teorisini çürütmek için memleket savunmasını başka türlü ifade etmeyi ve bu ifademde direnerek şiddet göstermeyi yararlı ve etkili buldum. Dedim ki : Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük büyük her birlik, ilk durabildiği noktada yeniden düşmana cephe kurup savaşa devam eder. Yanındaki birliğin çekilmeye mecbur olduğunu gören birlikler ona tâbi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmaya ve karşı koymaya mecburdur."

Sanırım yukardaki cümleler durumu net olarak ifade ediyor.
Savaş ve siyasetin bir ve aynı şey olduğunu ifade eden sözlerini de aktarabilirim Mustafa Kemal'in, halihazırda bilgisayarımda yok ama istenirse bulurum. O söylüyor diye değil, doğru olduğu için.

İlk kaybettiğimiz mevzi gümrüklerimizdi, yıkıldı, iç piyasa düşmanın eline geçti. Ardından Cumhuriyet devrimi ile yarattığımız kamu iktisadi teşekküllerine göz dikti düşman, o mevziyi de kaybettik. Anayasal düzenimiz ve iç hukuğumuz bir mevzi idi, bir takım anlaşmaların altına imza attık ve onun üstüne AB hukuğunu koyduk, ulus-devlet mevzisinde ciddi bir gedik açtık. Kırmızı çizgilerimiz vardı, Çekiç Güç'e defalarca topraklarımızda üslenme izni verdik, kendi elimizle Kuzey Irak'ta bir Kürt devleti kurduk, mevzimizi ellerimizle teslim ettik. Hükümetler mevzisini 1945'lerde kaybettik ve bir daha uzaktan bile göremedik. Üniversiteler daha 1930'larda bilim üretiyordu bu ülkede, 12 Eylül darbesi ile akademisyenleri üniversitelerden attık ve orayı ipe sapa gelmez kadrolarla doldurduk, önemli bir mevziyi daha kaybettik. Kıbrıs'ı kendi hükümetimiz ile AB'nin kucağına teslim ettik, bir mevzi daha gitti. Giden mevzileri saymaya devam etsem siz de sıkılırsınız ben de. Şimdi ABD cumhurbaşkanlığı ve ordu mevzilerine yükleniyor, daha da geri çekilmeden burada savunma hattı oluşturmak gerekir diyorum, bu mevzileri kaybetmemek ve daha önce kaybettiğimiz mevzileri teker teker geri almak gerekir diyorum. Anlaşamıyor muyuz?

Kimin neye "istisna" ya da "muafiyet" yaratmaya çalıştığını anlamadım. "Durumdan hal çıkaran kişi/kurum/gruplara avans tanımak doğru bir yaklaşım değildir" cümlesini de anlamadım. Herşeyin membasını ABD ve BOP'a ihale eden benim onu anladım ve lafımdayım ama ilk sayfanın sonundaki yazımda karşı duruşları ve çıkışları da net olarak sorguladım.

Genel olarak yazına vereceğim cevap şudur: Doktor, beynindeki ur münasebeti ile alelacele hastaneye yatırılan hastanın böbreklerindeki taş ile ilgilenmez, ur'a müdahale eder, aksi taktirde hasta ölür. Beynimdeki ur böbreklerimdeki taşın halihazırda tedavisine engel değildir lüksünü yaşamak isteyecek hasta sanıyorum yoktur, varsa da Allah yardımcısı olsun.

Selamlar, sevgiler ...
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Köksal Ağaoğlu » Cum Nis 13, 2007 8:44 am

Önceki yazılarımda vurgulamak istediğim ancak yeterince anlaşılamadığımı düşündüğüm İslam kültürüne dair düşüncelerimi biraz daha açayım:
Çağdaşlaşma hareketleriyle birlikte Türkiye’de elitler ve bazı siyesi hareketlerin nezdinde İslam ve İslam kültürü bir problem, gericiliğin sembolü halini almıştır. Türkiye’nin huzura kavuşmasının yolu İslam’dan uzaklaşmayla doğru orantılı olduğu düşünülmüştür.

İslam kültürü veya kimliğimizi oluşturan din İslam’dan ayrı bir şeydir.
Ben inanç olarak ateizmi veya başka bir inancı benimseyen insanlarımızın İslam dinini benimseyip Müslüman olmalarını ve bu ülkede siyaset yapılırken bunun dikkate alınması gerektiğini söylemek istemiyorum. Bu ülkenin dar boğazdan çıkışı için herkesin İslam dinini seçmesi gerektiğini de vurgulamıyorum. Başka bir şey söylemek istiyorum. İslam bu toplumun dokusudur. İslam bu halka dairdir. İslam’a, İslam kültürüne karşı alacağımız her olumsuz, anlaşılamayan tavır toplumsal gücümüzü zayıflatacaktır. Böyle bir tepkiyi sağlayacak her türlü siyasi hareket sessiz çoğunluğun tepkisine sebebiyet vererek arzu etmediğimiz partilerin iktidar olmalarına vesile olacak/olmuştur.

Türk toplumuna dair siyaset yapmayı düşünüyorsanız İslam kültürü dışında sergileyeceğiniz her türlü söylem veya tavır çekingen karşılanacak, arzu edilen yankıyı bulmayacaktır. Ben siyaseti sosyo-kültürel zeminine oturtabilmek, yere basar hale getirebilmek için böyle düşünüyorum yoksa İslam’a yakınlığımdan, İslam savunuculuğu yapmak için söylemiyorum bunları.

Ben özel yaşamımda İslam dinini savunur, yaşarım bu ayrı. Ben Türkiye gerçeğini vurgulamak adına İslam kültürüne göndermede bulunuyorum. Rusya’da siyaset yapıyor olsaydık sosyalizm denemesi geçmişine vurgu yaparak bu dururumu dikkate almalıyız derdim.

Bu toplumun inanç olarak benimsediği İslam dini ve kültürü düşmanlarımızın bize karşı kullanacağı güç olmaktan çıkarılmalıdır. Buna vesile olan sağ sol tüm yelpaze sorumludur. Bu toplumun inançları bizim silahımız, cephanemiz, gücümüz olmalıdır.

Ziyadesiyle beslendiğim, şimdi düşüncelerimizin hangi eksik yönü ortaya çıkabilecek diye beklediğim güzel tartışma oldu. Benim acizane düşüncem aynen Yılmaz kardeşimin Cumhurbaşkanlığı ve Ordu adına taşıdığı endişelerin benzerini zihinlerimizdeki İslami kültürel mevzileri kaybetme korkusudur. “Batı medeniyeti”nin, BOP’un, öncelikli hedefi zihnimizdeki bu mevziler olmuş olmaya devam ediyor.

Hafta sonu yapılacak olan miting hususunda da şunu ifadeyim; insanların buraya Yılmaz’ın bahsetmiş olduğun birinci şık için koştuğunu bilsem aynen koşa koşa katılmak isterdim. Ancak büyük bir çoğunluğunun ikinci şık için koştuğuna inandığımdan bu mitigin fayda yerine mevcut ayrılıkları muhafaza etmeye ve bu ayrılığın her zamanki güçlere yarayacağını düşünmekteyim. Umarım yanılırım.

Katkıda bulunan arkadaşlara teşekkür ederim.
Kullanıcı avatarı
Köksal Ağaoğlu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 176
Kayıt: Pzt Eki 24, 2005 5:30 pm
Konum: Trabzon

Mesajgönderen Yılmaz Ersezer » Cum Nis 13, 2007 4:07 pm

Coğrafyamıza damga vuran din İslam'dır ama İslam kültürü, ortadoğu kültürü, anadolu kültürü bir din olarak İslam'ın ötesinde bir bilimsel-kültürel-insani-dinsel değerler bütününü ifade ediyor. İslam dışında o kültüre katkıda bulunan çok sayıda olgu var ama ana bileşeni o'dur evet ve bizim kimliğimizdir. Bilimin, kültürün, uygarlığın kaynağıdır bu kültür. Bir kaç yüz yıldır, tarihi olmayan ve kendisine kök arayan batı Yunan'a ve Yunan kültürüne sahip çıkarak ve İslam-Ortadoğu kültürünü aşağılayarak, ona saldırarak kendisine bir hareket alanı açma çabasında ve bu alanda da bir takım başarılar kazandığı ortada. En önemli mevzimizdir, bu mevzi kaybedilirse elimizde hiç bir şey kalmayacağı son derece açık. Bu hususta yazdığın tüm yazılara ve dikkat çektiğin noktalara yürekten katıldığım için bir tartışma yürütme gereği hissetmedim. Bu husustaki uyarılarına bir katkı olarak Cemil Meriç başlığını açtım ki O tüm hayatını ve tüm düşünsel birikimini yeteneğini bu meseleye ayırmış, bu konuda en değerli çalışmalara imza atmış, lise yıllarımdan beri her okumamda yeni tadlar aldığım, geçmişimle, kültürümle, kimliğimle gurur duymama sebep olmuş, en önemlisi batının her anlamda aczini ve sefilliğini görmemde katkısı olmuş bir düşünür. Batının beyinlerini teslim aldığı sağ-sol "Türk Aydını"n analiz eden de odur. Batı'nın bireyci yoz kültürüne karşı en değerli mevzimiz binlerce yıllık köklü tarihimiz kültürümüz. Ne yazık ki o alanda da ciddi kayıplarımız var. Türkiye insanının beyni iğdiş edilerek kendi kökünden koparılmakta ve şekilsiz şemalsiz yoz kuşaklar inşa edilmekte. Bu operasyonda batı hayranı unsurlar dışında "İslami" renkler taşıyan kişi-kurum-organizasyonların aracı edildiği, kullanıldığı da bir gerçeklik. Kültürlerarası diyalog, dinler arası diyalog, kültürler savaşı vb.. proje faaliyetlerle bu alanda da saldırı halinde emperyalizm. 300 Spartalı benzeri faaliyetler basit birer gösteri sanatı örneği değiller. O filmi izleyen milyonlarca insanın dimağına yerleştirilen fikir uygarlığın kaynağının batı olduğu ve doğu'nun geriliğin, yozluğun, şiddetin egemen olduğu bir coğrafya-kültür olduğu. İnsanlık tarihinin en büyük yalanlarından biri bu. Sonuç olarak bu mesele ile ilgili kaygılarına ve vurgularına katılıyorum.

Cumhurbaşkanlığı meselesinde olayı başkanın eşinin kafasındaki örtüye bağlayan anlayış da son derece planlı ve olayı gerçeklerden uzaklaştırma kaygısı güden unsurların bir eseri. Başörtüsü ve diğer pek çok "İslami" renkler taşıyan motifler 1945'lerden bu yana, toplumun hassasiyetlerini kullanarak onu ABD-AB hegemonyası içine sokmanın aracı olarak kullanıldı. Emperyalistlerin farkına varmış olduğu gerçeklik olarak ifade ettiğim şey buydu. Ancak bu tür argümanlar kullanılarak bu toplum istenilen rotaya sokulabilirdi, öyle de oldu. Bu tür bir argüman üretilmemiş ve toplumun gündemine sokulmamış olsaydı tartışacağımız şey net olarak o makamın bir BOP eşbaşkanına teslim edilip edilmeyeceği olacaktı ve değil bir kaç yüz bin kişi on milyonlarca insan bu sürece müdahale edecekti. Ama şimdi bu büyük tehdide karşı pek çok insanın kafasında soru işaretleri var ve taraf olmakta zorlanıyorlar. Bu da emperyalist psikolojik savaşın başarısı ve bir sonucu. Haftasonu gerçekleşecek mitinge olduğu şekli ile katılmayı değil, o mitinge katılıp içeriğine ve hedeflerine müdahale edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Olayın başörtüsü olayı olmadığını görmek ve göstermek için bir fırsat.

Selam ve sevgiler...
Kullanıcı avatarı
Yılmaz Ersezer
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 227
Kayıt: Sal Ara 13, 2005 10:48 pm
Konum: ISTANBUL

Mesajgönderen Köksal Ağaoğlu » Cum Nis 13, 2007 4:46 pm

Bu cevabi yazılarından sonra bu muhteva ve samimiyeti taşıyan kişi, dernek, miting, parti ne olursa olsun aralarına koşup: “kardeşlerim ben de varım” demekten gurur ve mutluluk duyarım.
Selam ve sevgiyle
Kullanıcı avatarı
Köksal Ağaoğlu
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 176
Kayıt: Pzt Eki 24, 2005 5:30 pm
Konum: Trabzon

Mesajgönderen Serkan Birinci » Cmt Nis 14, 2007 2:09 am

Süreci mevzi savaşlarının tarihselliği ile izah etmek bana çok da gerçekci gelmedi Yılmaz. Zira Bu gün gelişmiş ! ülkelerin- ki aslında şirketler kapitalizminin iktidarlarının- 200 sene önceki planlarının piyonu olmuş bir coğrafyanın insanlarıyız. Bu nedenle, Global-LEŞ- me sürecinde dünya siyaseti mevzi mücadelesi ile yer bulacağınız bir arena değil.


Bu anlamda düşünüldüğünde cephe mücadelesi " koca bir devin ayaklarına diken batırmak"tan öte bir mana ifade etmez. Bu yorum öyleyse kadecilik anlayışıyla "hakkımızda tayin edilen geleceği yaşamalıyız" demek değil. Tam aksine bu mücadele anlayışını senin ifadenle kaybedilen her mevziyi de kapsayacak şekilde TOPYEKÜN bir mücadeleye dönüştürme gerekliliğinin izahıdır.

İşte onun için bizlerin "surda bir gedik açmak" yerini kaleyi geri alacak stratejilerin içinde olmamız daha manidar. Ancak böylesi bir ruh, baş açık, baş kapalı gibi oyunlarla bölünen, ayrıştırılmaya çalışılan toplumu tek hedefe kilitler.

mevzi peşinde oldukça esastan uzaklaşıp senin ifadenle BEYİNDEKİ URU göremeyeceğiz gibi geliyor bana.Çok iyi doktorları olan bir iki hastane yerine tüm hastanelerin bu kıvama getirilmesi kalıcı çözüm.

Sanırım kaybettiklerimizi kazanmak noktasında bir fikir ayrılığımız yok da, çözüme dönük önerilerimiz biraz farklı.

Yinede, tedavi yöntemleri farklı olsada teşhisde birliktelik sağlayabiliyor olmak da bir adım.

selam ve muhabbetle.
Serkan Birinci
Sitenin Sahipleri
Sitenin Sahipleri
 
Mesajlar: 260
Kayıt: Cum Eyl 16, 2005 7:18 am
Konum: Ankara

Önceki

Dön ARŞİV

Kimler çevrimiçi

Bu forumu gezen kullanıcılar: Hiç bir kayıtlı kullanıcı yok ve 3 misafir