gönderen İlkay Durgun » Cmt Şub 03, 2007 1:08 pm
Yorum - Sadık Yalsızuçanlar] Armenian Romances
Yüzyıllardır bir birlikte yaşama, sosyolojik ifadesiyle kültürel çoğulculuk tecrübesi yaşamış milletin evlatlarının bu denli merhametsiz ve muhabbetsiz olması, toplumsal/siyasal kültürün bu kadar daralıp gerilmesi, topyekun bir kabz halinin, bir linç kültürünün yaygınlaşması tedirgin edici ve ürkütücüdür.
Djivan Gasparyan'ın 'duduk'undan Armenian Romances'ı dinliyorum. Dinlerken Eğin manileri okuyorum. Eğin, Egon kelimesinden bozma. Egon, Ermenice, 'cennet bahçesi' anlamına geliyor. Eğin'e ilk kez, ikibin yılında bir belgesel film çekimi için gitmiştim. Dinlediğim ilk manide, yüreği gurbetteki 'ağa'sının kömür gözlerinin hasretiyle dağlanmış bir Ermeni gelini şöyle diyordu:
'Evimin önüne bir asma diktim
Asmanın boyunu kıbleye büktüm
Ela gözlerini sevdiğim ağam
Gözyaşım asmanın dibine döktüm'
Bindokuzyüzbeş yılında nüfusu kırk iki bin Eğin'in ve yirmi iki bini Ermeni. Kayalık, sarp bir yamaca kurulmuş şehir. Şehrin Müslim veya Ermeni ahalisi, bu dev kayaları çekiçle, balyozla kıra kıra oymuş ve Murat suyunun alüvyonlarını taşıyarak meyve fidanları dikmiş, Eğin'i, adına uygun bir hale, cennet bahçesine dönüştürmüşler. Ermenilerin yaşadığı topraklarda ruhun en dolaysız ifade aracı olan müzik, maddi yaşamın merkezi olan mutfak ve toplumsal hayatın önemli bir boyutunu oluşturan zanaatlar olağanüstü bir zenginlik sergiler. Çocukluk ve ilkgençlik yıllarım altmışlı yıllarda Malatya'da geçti. Sinema işletmeciliği yapan babamın ilk makinisti bir Ermeni idi. Aynı zamanda iki dost olan babamla Agop amcanın dostlukları bana, kültürel çoğulculuğun erdemini anlatan yüzlerce kitabın veremeyeceği bir kavrayış ve hatırayı armağan etmişti.
Mahallemdeki zimmiler...
Tatillerde yanında çalıştığım radyocu İrfan ustanın dükkanına bitişik Ermeni bir ayakkabı ustası hatırlıyorum sonra. Mahallemizdeki Ermeni komşularımızı sonra... Ramazan'da, Kurban Bayramı'nda, bizim için değerli ve özel günlerde/anlarda, düğün ve cenazelerimizde nasıl sevinç ve acılarımızı paylaştıklarını hatırlıyorum.
İnsan bir bakıma hatıralarıdır. Gasparyan'ı ve Eğin manilerini dinlerken, zihnimin kuytularına sinmiş olan bu hatıraların Hrant Dink'in ölümünün geride bıraktığı kaosu daha da koyulaştırdığını görüyorum. Ermeni veya Müslüman bir başka Eğin'li gelin, hayat arkadaşının/gönüldaşının hasretiyle şöyle inliyor:
'İstanbul içinde öter bir keklik
Sana vatan oldu bize gurbetlik
Kömürgözlerini sevdiğim ağam
Bizi kavuşturan olur cennetlik'
Bu kavuşma dileğinin gerisinde bir saadet ve huzur ihtiyacı var, bir mutluluk dileği ve esenlik arzusu yatıyor. Ölümün kara bir deve gibi Dink'in kapısına çöktüğü o günde yine zihnimin ıssız bir yerinden bir başka Ermeni hatırası geçiyordu: Gasparyan'ın duduk'undan süzülen ezgiler, bizi, Hz. Mevlânâ'nın 'kamil insan'ın mazmunu olarak zikrettiği ney'ine benzer bir sırrın içine çağırıyordu. Sır aynı sırdır, hikaye, kozmik bir öyküdür, macera, kamil insan'ın sergüzeştidir. Hayat bir oyun, bir oyalanmadır evet, kelimenin birincil anlamıyla, doğrudan ve ilk manasıyla bir oyun'dan ibarettir her şey. Hayyam'ın dediği gibi, hepimiz 'feleğin kuklasıyız/oynaşıp durmadayız perdede'...
Bu hikayenin en hicranlı faslını, yüzyılın başlarında bir samyeli gibi esen milliyetçilik rüzgarının geride bıraktığı acılar oluşturur. Başbakanlık arşivlerine girip bakıldığında, Kars, Ardahan, Posof, Çıldır, Malatya, Elazığ, Erzurum ve daha nice yerde, Müslümanların Ermenileri, Ermenilerin Müslümanları, Kürtlerin Ermenileri, Ermenilerin Kürtleri nasıl acımasızca kırdığı, ne denli bir cinnet halinin kısa sürede birbirini tetikleyerek beldeden beldeye yayıldığı, düne kadar barış içinde, esenlik dolu bir yaşam süren, birbirine karşı hakiki bir muhabbet ve şefkatle muamele eden insanların nasıl birer canavara dönüştüğü, devletin ve devlet denetiminden uzak çeşitli odakların nasıl ülkeyi bir acılar cehennemine dönüştürdüğüne ilişkin notlar bulmak mümkündür.
Hrant Dink'in acı ölümü, bize Eğin manilerindeki o derin hüznü tekrar yaşatırken, ülkenin kaderine çöreklenmiş olan Karakoncolus' un nasıl bir bir fesat ortamı oluşturmaya çalıştığını gösteriyor. Milliyetçiliğin, bir kanser gibi ülkenin akciğerini sarmaya çalışırken, bunun aynı zamanda bir kaosu da alttan alta beslediğini görmezden gelenleri dönüp birer birer vuracağını hatırlatıyor. Dink'in toplumsal kültürün özgürleşmesine yönelik iyi niyetli çabalarını algılamakta güçlük çekenlere, Gasparyan'ın duduk'una ve Eğin manilerine kulak vermelerini öneririm. 'Soykırım' tezini savunsa da, ameller niyetlere göredir kaziyesince, bir insanın, zihinsel çabalarından ötürü sadece saygı ve dikkati hak ettiğini bize ancak Eğin manilerindeki o kavurucu hüzün anlatabilir:
'Issız hanelere giremiyorum
Derdimi ellere diyemiyorum
Ben de nazlı yardan ayrı düşeli
Karışıp ellere gülemiyorum'
Eğin manileri ve Gasparyan Yüzyıllardır bir birlikte yaşama, sosyolojik ifadesiyle kültürel çoğulculuk tecrübesi yaşamış milletin evlatlarının bu denli merhametsiz ve muhabbetsiz olması, toplumsal/siyasal kültürün bu kadar daralıp gerilmesi, topyekun bir kabz halinin, bir linç kültürünün yaygınlaşması tedirgin edici ve ürkütücüdür. Bu kabz halinden kurtulmanın yolu, sanatın kozmik diline, tarihin daima insanı emziren, bugünde ve yarının içinde yaşayan besleyici gücü ve işlevine bakmak, evrensel adalet ilkesine dönmek, ona sımsıkı sarılmaktır.
Eğin'de belgesel filmin çekimlerini gerçekleştirirken geleneksel zanaatlara ilişkin ayrı bir başlık açmıştık ve mesleklerin debbağyan, keçeciyan, dericiyan, demirciyan, semerciyan vs. gibi adlarla anılması dikkatimi çekmişti. Çarşıdaki küçük bakkala sordum, 'Kaç Ermeni hane var şimdi Eğin'de?' 'Hiç kalmadı paşam' dedi, 'en son seksen ikide Agop amcalar gitti Kanada'ya... ' Çarşı iki kez sabotaj ihtimalli yangın yaşamış. Esnafın çoğu Ermeni imiş ve dükkanları yanınca bir dehşetin içinde kalmış, evlerini de o halde bırakıp gitmişler. Ülkenin bu hali ancak Büyük Şeytan'ları mutlu edecektir. Hiçbir medeniyet, öteki'ni yok ederek kendini var kılmaz. Bir medeniyetin yaşama ve büyüme imkanları ancak başkalarını yaşatma ve büyütebilme kabiliyetleri ile açılabilir. Gasparyan'ın duduk'u ve Eğin manilerindeki hüzün de bize bunu söyler:
'Akşam olur tren kalkar garından
Yandım Allah ayrılığın zarından
Kimi yavrusundan kimi yarından
Yine bugün ayrılığın günüdür'