gönderen Özgür Hasan Altuncu » Pzr Kas 12, 2006 10:23 pm
Ne kadar çok zaman geçti. Ama o gün öğrendiklerim, hala bana yol gösteriyor. Yıl 1994. Kuşmer'deyiz, gençlik heyecanının alabildiğine etkisindeyiz. Yerinde duramıyor, Anavavulalar gibi bir o yana bir yana atlayıp duruyoruz. Bilenler anımsayacaktır, Kamali'da Güzade anaganun evinin tufasında bir çeşme vardır. İşte o çeşmenin hemen karşısında bir de merdiven bulunur. İşte o merdiven sisli bozuk havalarda bizim mekanımız olurdu. Bir serbest kürsü gibi dileyen herkes orada oturur, istediği konuda düşüncelerini açıklardı. Ailelerimizin etkisiyle yeni yeni şekillenmeye başlayan dünya görüşlerimizi, yüksek sesle ilk kez orada dile getirdik. Yaşıtlarım için konuşuyorum tabi o yıllarda henüz 16-17 yaşında olan, bıyığı yeni terlemiş, sesi yeni kalınlaşan yaşıtlarım için konuşuyorum.
Esat Kama'yı tanıyanlar vardır. Müftü Kama'nın torunu. Şimdi nerelerde ne yapıyor bilmiyorum. O çeşme karşısındaki merdiven onun Kuşmerle ilk bağlantısıdır. Biz köyde büyüyen ama dünyayı tanıma heyecanındaki gençlerken, o Ankara'da büyüyen tam tersi, köyümüzü, kültürümüzü tanıma arayışında olan bir arkadaşımızdı.
Taşra insanı geleneklerine daha bağlıdır. Muhafazakar eğilimler göstermesi çokta doğaldır. Ama bizim arkadaşlığımızda tam tersi bir durum vardı. Esat, ailesinin siyasi eğiliminin etkisinde ama daha uçda bir Ülkücü gençken, ben Sosyal Demokrat bir babanın etkisinde daha solda bir görüşe sahip yaşıtıydım.
Şehirli Ülkücü, köylü Sosyalist. Aslında olması gereken ama ülkemizde ne yazık ki tersi olan bir ikilem. Düşünebiliyor musunuz ? Esat kolejlerde okuyan, Sakarya caddesinde kız arkadaşlarıyla gezen, dansı, sanatı, estetiği, nezaketi, çatalın kaşığın bir yemekte nasıl kullanılacağını bilirken, ben İstanbul'u Vedat Türkali'nin şiirlerinden tanıyordum. Müftü Kama torunlarıyla birlikte yaylaya geldiğinde onlara hoşgeldin mahiyetinde Anagamun yeni sağdığı sütten bir bakraç götüren yamalı pantolonlu, kara lastikli bir yayla delikanlısıydım. Kızlara karşı utangaç, Trabzon'u bile tanımayan bakir bir genç.
Herşeyiyle farklı bu iki heyecanlı gencin tartışmaları nasıl olur bir tahmin edin. Ben eskimiş bilgilerle güncel bir mesele hakkında yorum yaparken, Esat o yıllarda yaylada günlük gazetenin girdiği belki de tek evin torunu olarak hep bir adım önümde olurdu. Hitabeti benim çok çok önümdeydi. Benim ona karşı kullanabileceğim tek silahım militan bir çoşkuyla fikirlerimi savunmaktı. Ben Ülkücülere Faşist ; o da Solculara Komünist gözüyle bakıyordu.
Gün geldi tartışmalarımız etraftakilerin kulağına gitti. İlk önce eniştesi geldi. Eniştesini tanıyanlar vardır ama ben yine de hatırlatayım, o yıllarda Afşin ya da Elbistan'ın belediye başkanıydı. Mhp'liydi. Yaylamızı çok sevdiği için her yaz Kuşmer'e gelirdi. Benim ilk tanıdığım siyasetçi odur. Onun köylülerimizle kuçaklaşmasını, hoş sahbetini görünce etkilenmedim değil. İşte siyaset böyle yapılır dediğimi hatırlıyorum. İşte o güzel insan Mhp'li bir belediye başkanı olarak değil daha çok bir ağabey olarak tartışmamıza ilk müdahale eden kişidir. Ben terslemesini beklerken, o oldukca nazik bir uslüpla bunları yaşamamızın çok doğal olduğunu ama arkadaşlığımızın etkilemesine asla izin vermemiz gerektiğini söylerek gitti. İşte o insan, yıllar sonra trafik kazası geçirdi, şimdi felçli ve yatağa bağımlı. Bu yıl onu yıllarca dağlarını aşındırdığı Kuşmer'de sedyeyle görünce yıkıldım. Ve aklıma tek birşey geldi, eğer onu eleştirseydim, militan bir tavırla ona önyargıyla baksaydım, onu bir insan olarak değil, öteki olarak algılasaydım ne olurdu ? Düştüğü bu durum karşısında ne tepki verirdim?
İşte birbirimizi eleştirirken, buna benzer bir durumda ne yapacağımızı düşünerek hareket etmeliyiz. Benim hayattan öğrendiğim en önemli deneyim budur. Saygılarımla....