
İkibin üstü rakımda üç ay yaylacılık yapılabilmesinin, taşların bile üzerlerinin yosunlu olabilmesinin nedeni hep o istemediğimiz sistir. Sisin inemediği “boğaz” taraflarında yetişen sarı yayla çiçeğimiz kurutulup saklanabilen bir çiçek iken, varlıklarını sise borçlu çiçeklerimiz hep “komarlığa” bakan dağ yüzlerindedir.

Ve eğer kaldırırsak unuttuğumuz anılarımızla aramızdaki sis perdesini aslında yaylacılığın bir çok güzel anısının sisli havalarda olduğunu hatırlarız. Belki zordur sisli bir havada akşam eve gelmeyen bu senenin buzağı “bahçegül”ü aramak ve hoş hatırlanmaz ama “kırandan aşan aydur/binduğum sari taydur/bir gün görmesem yari/sanurum ondört aydur” diye bir türkü mırıldanıp, olmadık bir yoldan umutsuzca eve giderken birden bire elinde çubuğuyla buzağısını arayan sevdalısıyla burunburuna gelen delikanlı içinde, buzağısını arayan kız içinde unutulmaz bir heyecandır sisin yaptığı bu süpriz. Belki güneşli günlerde cami de kuran dersi almak , dışarıda onlarca çeşit oyun oynama şansı varken hiç çekici gelmezdi bizlere ama sisli havalarda sobası yanan cami de dışarıda oynananları aratmayacak oyunları, hocaların sınıfın her yerine uzanabilen çubuklarına rağmen organize edip hocalardan gizli saklı oynamaya çalışmanın heyecanını yaşayanlar bilir. Böyle zamanlarda hocanın çubuğu kıçında cami den kovulmayı bu sefer gerçekten ceza olarak kabul ederdin ki bu durum normalde ceza sayılmazdı çünkü kovulana içerde kalanlar hep imrenerek bakardı güzel havalarda. Dışarının en dayanılmaz çekiciliği çarşamba ve cumartesi günleri köyden kamyonların geldiği anlardı. Hele de kamyonun çok az bir kısmı caminin penceresinden görülüyorsa kafalar gittikçe pencereye doğru eğilir, olmadı herkesin okuma düzeylerine göre kuran-elhem-elif şeklinde olan oturma düzeni tersine dönerdi. Ama kötü havalarda kamyonların gelişi de ilgi görmezdi. “oy duman kara duman/kalksana yollarumdan…”

Belki yüksek rakımlarda derin uyusanızda uzun boylu uyuyamazsınız, hele de güneşli bir günde herkes “caminin yanı”’ndayken olacak iş değildir ama sisli havalarda misafirliğe gittiğiniz evin sobasının arkasında ki kediye imrenirseniz vay halinize.

Elalemin evinde uyunmaz, e bu havada da dışarı çıkılmaz. Dışarda kalan hayvanlara üzülürsün sıcak odanın penceresinden bakarken, çobanları düşünürsün. “Dağlarun dumanini dağda gezenler bilur/sevdaluğun halini sevda çekenler bilur”

Birden postu sermeğe karar verir ve “Ya demleyun havurdan bi çay “ dersin, kahveye gitsen kahveciye emredemeyeceğin bir rahatlıkla. Çay sohbetin ilacıdır, sohbet koyulaşır, soba gümbürder, kedi hırlar, demlik sobanın üstünde fokurdar, kimsenin birbirine küsüp evden çıkma olasılığı da olmadığından sohbet tartışmalara döner, anlaşıp uzlaşma hiçbir zaman olmaz ama kimse de birbirine darılmaz.

Yayla evlerimizin duvarlarındaki tahtalar yazılarla doludur genelde. Bu evlerin ve içindekilerin yaşadıklarının belgeleri olan bu yazıların çoğu sisli havalarda yazılmıştır hep. “yazi yazarum yazi/kurşun kalemiyinen/ gel edelum sevdaluk/almak merami ilen”

Duman hafif yerden kalkmaya durunca hep beraber evden dışarı çıkılır. Çünkü başta da dediğim gibi Kuşmer de duman çok uzun sürmez . Daha doğrusu yaylamız çukurda olduğundan yaylanın içinden kolay kalkar. “Dumanum yayilamam/kız senden ayrilamam …”

Çormalık tarafına doğru bir vurulur. Güneş pek gülmediği bu insanlara ayrıcalığını gösterir Kuşmer’de. “duman aldi dağlara/ ben kaldum yaylalara…”

Çumavak yaylası bu karanlıklığı ile hele de bu vakitten sonra güneşi zor görür. “Duman dağa iz eder/derelere az eder/sevdali sevdasina/cilve eder naz eder”

Karşımda “çuhuyurdi”. Babaannem ve arkadaşlarına yaşım daha 9-10 iken erkek olarak eşlik ettiğim, Zargidi yaylasına giden patikalara vuran güneş anılarımı ısıtıyor. Genelde peynir ile takas edecekleri (tartı yoktu, taslarla hacim olarak eşlik temelinde) malları yükledikleri sepetlerinin her adımda esnemesiyle çıkarttıkları gıcırtılar kulağıma gelir gibi. Bizimkiler zargidilileri, zargidililer bizimkileri saf olarak düşünürlerdi, bunu iyi anımsıyorum. Mesela onlara göre fındık peynirden değerli idi, bizimkilere göre peynir. Ama sonuçta zargidililer enayi müşterilerini iyi bir yedirmeden göndermezlerdi, onca yolun üstüne orda yediğim tandır ekmeklerinden, cameş yoğurtlarından dolayı en çok da ben kendimi karlı görüyordum doğrusu.

Küçük kemerden yaylaya bakınca sisin Kuşmer’e pek inmediğini söyleyenlere hak vermemek imkansız. “Duman duman üstüne/dumanun ben olayım…”

Hart yaylası tarafından bir güneşe, bir bizim yayla tarafındaki çuhuyurdi kıranına, plagana kayalarına , bir de Bayburt ovasına baktım. “Dumanlı dumanlı oy bizim eller/oturup ağlasam delidir derler”


Akşamüzeri eve geldiğimde yarın havanın iyi olacağı belli oluyordu.

Temmuzun ortasında yorgan battaniye ile yatma ayrıcalığımızda olsun artık. Bakalım yarın ne olur. Gene dönüp gelmez duman inşallah

Sabah beklediğimiz bir hava ile uyandık





Bülent Hakan Altuncu
Temmuz.29.2007 Trabzon