1. sayfa (Toplam 3 sayfa)

KAR ve YAŞAM

MesajGönderilme zamanı: Cmt Ara 30, 2006 8:41 pm
gönderen Bülent Altuncu
Ne sıcaktan-soğuktan, ne nemden-kuruluktan, ne rüzgardan-duruluktan, hatta insanın aklına sonunda bir felaket olabileceğini getirtecek kadar kötü hava şartlarından bile hiçbir zaman şikayetçi olmadım. Her halini izlemeyi ve yaşamayı çok severim. Hatta ruh halimi belirleyicidir diyebilirim havanın durumları. Hava şartları ile ilgili anlatacaklarımın hepsini dinleseniz “bu adam meteoroloji sapığı başka bişey değil ” diyebilirsiniz. Ama nerden bulaştı bana bu hastalık biliyor musunuz ?

Resim


Daha ilkokul yıllarımdı. Yaz tatillerimi geçirdiğim yaylamızda kapıldım ben bu hastalığa. Rüzgarı, sisi, yağmuru, doluyu, karı ve güneşi aynı gün içinde peşpeşe yaşama şansını bulduğum yaylamızda. Bu konuda tek rakibim çobanlardı ve hayrandım onların hava tahminlerine. Ama benim bu işi öğrenmeye çalışmakta ki tek derdim, akşam evlere dağılmadan önce ertesi günkü oyun planımızı hava şartlarını hesaba katarak doğru yapmaktı. Ağır yayla yorganlarımızın altında, yarının güzel hayali ile uykuya dalabilmek için. Mutsuz olmak için binbir sebep bulabildiğimiz şu kısacık ömrümüzde, gündüzlerim ne kadar kötü geçse de, gece yatağa yarının güzel hayalleriyle yatıp hemencecik uykuya dalmak o yıllardan kar kalmıştır bana.


Resim

Hava durumunu o kadar yakın takip ederdim ki; kuzeydeki “komarluk” dağının “çumavank yaylası” tarafına doğru inen yamacının en alçak noktasından gelen bir bulutun renginden, kalınlığından ve geliş hızından, yaylamıza inip sise mi dönüşeceğini, yoksa yukarıdan geçip yağmur mu bırakacağını veya o tepeden bize doğru gelmek için çırpınıp duracağını ama bir türlü bunu beceremeyeceğini bütün çobanlar gibi tahmin edebilirdim. Ayrıca her gün sisin gelişinin ne kadar rötar ettiğini hesaplayarak , ertesi gün sisin yaylaya ne zaman ineceğini, yaklaşık kaç gün sonra sisin gelme saatlerinin akşamdan sonraki vakitlere kayacağını ve dolayısıyla tüm gündüzü dışarıda oynayarak geçirebileceğimiz günlere kaç gün kaldığını genelde öngörebilirdim. Veya “çuhuyurdi kıranı” ve “ boğaz” yönünden gelen “kıble” denen rüzgarın özelliklerinden, ardından iri damlalı, gök gürlemeli bir yağmuru mu, yoksa “halaz” dediğimiz anagalarımızda ve dedegalarımızda öğle vakti peke üstünde uyku ilacı etkisi yapan doluyu mu, yoksa kuzey tepelerindeki sis bulutlarının yaylamıza doğru ilerleyişine karşı koyup, onları geldikleri yere geri püskürtüp, havanın iyice açılmasını mı sağlayacağını da öngörebilirdim.


Resim

Doğa ile bu kadar içli dışlı bir yaşama daha çocukluktan alışıp bağımlısı olan birinin dışarıda havanın nasıl olduğunu öğrenmek için akşam dörtte vardiya değişimine gelecek olanları beklemesi ve onlardan öğrenmesi ne demektir, bunu tahmin eder misiniz ?

Sabah sekizde geldiğim ve otuziki saat çalışıp yarın akşama çıkacağım, ikinci bodrum katta ki, günyüzü görmez, penceresiz işyerimde mesai saati yeni dolmuştu. 16-24 vardiyasında çalışacaklar gelmeye başlamıştı. Nöbetime daha şimdiden yorgun, uykusuz ve mutsuz bir şekilde başlamıştım. Ama, 16-24 e gelen arkadaşlardan birinden dışarıda şiddetli bir şekilde kar yağmakta olduğunu duyunca, bir anda tüm yorgunluğumu unutup, bir an evvel kendimi ameliyathaneden dışarı nasıl atarım planını yapmaya durdum. Üst katlarda ki servislerden birinden konsültasyona çağırmışlardı zaten, fırsat bu fırsat hastanenin en hızlı konsultasyonunu gerçekleştirmek üzere fırladım ameliyathaneden dışarı. Bodrum katları geçtikten sonra dışarıda nasıl bir fırtınanın olduğunu asansörün içinden bile duyulabilen uğultusundan anladım. Her zaman çok yavaş açıldıklarını düşündüğüm otomatik asansör kapıları bu sefer, “bende bu heves varken şimdi kapıda açılmaz” diye düşündürtecek kadar geç açıldı ve soluğu camın önünde aldım. Pencerenin dış pervazında bayağı bir kar birikmişti ayrıca camın üzerinde dışarıyı görmeyi engelleyecek derecede sık, cama yapışıp donmuş kar ve buz tanecikleri vardı. Gerçekten dışarıdaki kar fırtınası, insana doğa karşısında ki zayıflığını hissettirip ürkütecek kadar güçlüydü.


Resim

Her türlü iklim şartını sevmekle beraber kar yağışını seyretmenin zevkini hiçbir şeye değişmem. Hatta o kadar yakından ve heyecanla takip ederim ki; kar yağışının yoğunluğu arttıkça bir o kadar daha sevinir, azaldıkça da tersine üzülürüm. Hani insan mutluluğun, sevincin doruğundayken arada bir “yav başımıza bişey mi gelecek, bu böyle gitmez, sonu hayrola” diye düşünür ya… anlık bile olsa bazen onu bile hissedecek kadar sevinirim. Camdan dışarısı çok iyi seçilmese de yanan sokak lambalarının altındaki karın hiçbir canlı tarafından çiğnenmemiş olduğunu, görünürde de kimselerin olmadığını görmeme çok sevindim. İnsanların oturdukları odalar ne kadar küçük olursa, o kadar birbirine yakın ve samimi olurlar ve o kadar çok şey paylaşırlar derler. Bence insanları birbirine yaklaştıran, daha doğrusu onları evlerine ve sonuçta odalarına sokup samimileştiren en önemli şeylerden biride soğuk ve kardır. İşte bu yüzden karın çiğnenmemiş olması beni çok mutlu eder, bu demektir ki; insanlar sevdikleriyle bir aradadır. Hatta kim bilir kaç kişi, sevmesine bile gerek yok, diğer zamanlarda tanışıp konuşmayı merak bile etmeyeceği insanlarla, kar sayesinde camları buz tutmuş bir çay ocağında bir arada oturup, soğuğa inat sıcak çaylarını yudumlarken , en olmadık sohbetlere dalmış olurlar düşünsenize. İşte bu yüzden yağışın duracağını, gökyüzünün tamamen açılıp güneşin doğacağını ve karların çiğneneceğini düşünmek bile istemem. Her halde güneşin üzerine doğmasını tek istemediğim şeydir kar.


Resim

Ama şu anda dışarıda bir Allahın kulu yok ve karlar hiç çiğnenmemişte, bunun tadını çıkarmalıydım. Camın arkasından tüm bunları düşünürken, dışarıyı daha net görmek ve solumak için pencereyi açmak istedim. Pencereyi rüzgara karşı zorbela açmamla beraber ince ve sert kar tanecikleri yüzüme tokat gibi indi. İnatla pencereyi açık tuttukça yüzüm üşüdü ama içim yıllar öncesinin sıcak anılarıyla ısınmaya başladı.

On yaşlarında vardım veya yoktum. 80 ‘li yılların başlarıydı, ne olduğunu o yaşlarda merak etmeye başladığım soğuk savaşın sürdüğü yıllarda soğukla barış içinde olan orta sınıf bir aileydik. Öğretmenlerimizin yeni sezon başlarında “ hadi bakalım çocuklar, yaz tatilinizde ailenizle beraber neler yaptınız, yazın bakalım” diyerek başlattığı kompozisyon derslerine, kendi adıma, her yıl değişen , yurdun dört bir köşesinden yaylaya gelen çocuklardan öğrendiğim yeni oyunları yazıp, ailem adına da her yıl aynı şekilde “ annemle babam köyde önce odun yaptı, sonrada fındığı topladı “ cümlesiyle bitirdiğim yıllardı. Ülkeler soğuk savaş yapadursun eğer şimdi o ayaz geceleri bugün sımsıcak anabiliyorsam, bu annem ve babamın bizler için sürdürdüğü yaşam savaşlarının sonucudur. Soğukla barış içindeydik, çünkü üç balkonumuzda, her yıl babamın “dört tondur bu ”, annemin ise “ herif ya konuşma ikibuçuk ton çıkarsa eyi” dediği , ellerinde binlerce parçaya bölünmüş odunlarla doluydu.

Yine bir kış günüydü ve sabah sürpriz bir şekilde yarım metre yüksekliğinde karla beraber uyandırmıştı babam bizi. Bizim sevineceğimizi bildiğinden miydi yoksa kendisi de şu an benim gibi kar yağışından çok mu mutlu olurdu bilmem ama sonuçta benim yaşadığım şey hediye alma, onun ki de verme duygusundan başka bir şey değildi hatırladığım. Her zaman ki gibi bizi kaldırmadan önce mutfaktaki sobayı yakmış ve lacivert emaye çaydanlıklarda çayı demlemişti. Annem sofrayı hazırlayana kadar o da fırına sıcak ekmek almaya giderdi. Ama dışarıda ki, üzerinde henüz hiç kimsenin yürümediği karı görünce fırından ekmek almaya bugün de ben gideyim dedim ve sıcak evimizden çıktım.

Resim

Karı yara yara fırına doğru giderken insanın sığınacak sıcak bir evinin olmasının ne kadar güzel bişey olduğunu düşünüyordum sadece. Camları, içerisinin sıcağından buğulanmış fırının önüne geldiğimde içerdekilerin kahkahalarla karışık bağırışları dışarı geliyordu. İçeriye girince üç tane genç işçiyle karşılaştım. Biri asma kattan aşağıya hamur gönderiyordu, diğer ikisinden biri şekil verdiği hamurları fırına sürecek olan diğerine gönderiyordu. Üçü de sabahın bu vaktinde inanılmaz derecede dinç ve neşeliydi ve içlerinden ikisinin üzerinde, dışarıdaki ayazla dalga geçercesine sadece atlet vardı.

Resim

Fırından yeni çıktığı için hamurlaşır diye poşete koymadıkları “ikilik yuvarlak” ekmeği gazeteye sarıp elime verdiler. Üzerine sürdükleri yumurta sarısı dahi henüz tam kurumamıştı ki, elini dokundurduğun anda yapışacak gibi bir his veriyordu. O vaziyette ekmeği parmak uçlarımda ata tuta tekrar yola girdim. Bir müddet sonra ekmeğin soğuduğunu düşünüp montumun içine koyayım da karnım ısınsın diye düşündüm ama tam soğumamıştı. Bu seferde montumun ön kısmını bir gerip bir bırakarak eve kadar ulaştım. Eve vardığımda kahvaltı sofrası kurulmuştu ama babam kahvaltısını yapmadan, bir yanında çayı, tülünü kenara çektiği pencereden dışarı bakarken, sigarasını tüttürüp türkü söylüyordu. Ve hiç unutmam, söylediği; “ince ince bir kar yağar/ fakirlerin üstüne / neden felek inanmıyor….” diye giden türküydü.


Resim


Fırına doğru giderken, insanın böyle soğuk havalarda, sığınacak sıcak bir evinin olmasının ne kadar güzel bişey olduğunu düşünüyordum sadece demiştim. Fırından döndükten sonraysa daha başka şeylerde düşünür olmuştum. Çünkü sabahın karında ayazında üşütmeyen iki şey daha varmış: biri ekmek, biri iş. O soğuk sabahtan öğrendiklerim beynim de , babamın türküsü ise kalbimde her zaman sıcaklığını korudu, hele böyle kar boran havalarda iyice harlandı.

Şimdi hastanenin yedinci katındaki pencereden dışarıya bakarken anlıyorum babamın neden o sabah, kahvaltısını yapmadan , mutfağın penceresi önünde sigarasını yakıp o türküyü dediğini. O yüzden, kimse evsiz , işsiz ve ekmeksiz kalmasın istiyorum , bir kişi bile üşüyecekse hep beraber çıkalım ayaza, işte o zaman buzlar erir, mevsim dönüşür yaza.


Resim


Ve her şeyden önemlisi de sağlık olduğundan, şimdi daha da çok seviniyorum hastanenin önündeki karların ezilmemesine….

Resim


NOT: panoromik olan fotoğraflar www.nuribilgeceylan.com dan alınmıştır.

MesajGönderilme zamanı: Cmt Ara 30, 2006 9:36 pm
gönderen İlkay Güvercin
Eline ve gönlüne sağlık Bülent.Yazını fotoğraflarla bütünleştirmeyi çok iyi yapiyorsun doğrusu.Ha bu arada bir fotoğraf varki karlı havada pencereden bakan kişi yi ilk bakışta Sezai ALTUNCU sanmışım.Fakat verdiğin internet sitesine girince ordan aldığını gördüm ve o olmadığını anladım.Selamlar.

MesajGönderilme zamanı: Pzr Ara 31, 2006 5:39 pm
gönderen Eylem Altuncu
Özlemle beklediğimyazılarından bi tanesini bayramı kutladığımız ve yeni bir yıla merhaba demeye hazırlandığımız bu saatlerde okumanın mutluluğunu yaşadım.Bazı insanlar şanslıdır bence.yaşadıkları anları sadece görmez ayrıca o anları resmederler.Sende yaşadıklarını bize aktarabildiğin bi yeteneğe sahip olduğun için şanslısın.Bu şansını bizimle paylaşıp bencilik yapmadığın için ve yeni yıla umut dolu girmemize yardımcı olduğun için teşekürler abi.Seninde dediğin gibi umarım bu yıl hepimiz için buzların eridiği ve mevsimin yaza dönüşeceği bir yıl olur.

MesajGönderilme zamanı: Sal Oca 02, 2007 11:47 am
gönderen Osman Nuri Sarı
Selam Bülent

duygularını yüreğine doldurup, içine biraz da hüzün ekleyip, güzelce yoğurup insanların önüne sıcak bir ekmek gibi sunmuşsun. Bu sıcak ekmeğe tereyağı niyetine sürdüğün resimlerin ise başka bir tad verdi yazına... Eline, yüreğine sağlık...

MesajGönderilme zamanı: Çrş Oca 03, 2007 4:24 pm
gönderen Mehmet Zeki Sarı
bülent abi teşekkürler paylaşımın için fotoğraflar da çok güzel

MesajGönderilme zamanı: Çrş Oca 03, 2007 9:12 pm
gönderen Özgür Hasan Altuncu
Ne diyeyim canım abim bilmem ki, en iyi gazete editörleri senin eline su dökemez. Eline, yüreğine, bilgine, becerine herşeyine sağlık.

MesajGönderilme zamanı: Pzr Oca 21, 2007 12:49 pm
gönderen Muhammet Ayan
SEVGİLİ BÜLENT;
YAZDIKLARINI OKUMAKTAN KEYİF ALIYORUM BİRDE YAZILARINI RESİMLERLE SÜSLEMEN ÇOK GÜZEL.
TEŞEKKÜRLER.

MesajGönderilme zamanı: Pzr Oca 21, 2007 1:11 pm
gönderen Caner Topaloğlu
Bülent abi muazzam olmuş hepsi..Eline yüreğine sağlık

mesaj

MesajGönderilme zamanı: Pzr Oca 21, 2007 4:09 pm
gönderen Ali Şahiner
Gedaya gedalık sultana sultanlık yakışır, söz sultanın yanında söz söylemek baş yarar. abi seni tanıdığım için çok mutluyum, emeğine yüreğine sağlık.[/b]

MesajGönderilme zamanı: Pzr Oca 21, 2007 5:00 pm
gönderen Sibel Şahin
Ellerinize sağlık.

MesajGönderilme zamanı: Pzt Oca 22, 2007 10:47 pm
gönderen Bülent Altuncu
Arkadaşlar o kadar güzel mesajlar bırakmışsınız ki bu sefer sanki siz o sıcak ekmeği göğsüme koydunuz, eğer bende aynı şeyi sizlere hissettirebiliyorsam ne mutlu bize.

MesajGönderilme zamanı: Sal Oca 23, 2007 8:28 pm
gönderen Muzaffer Mustafa Altuncu
Sizinle site yeniden renklenmiştir.Sizin yazılarınızla hatıralar canlanmıştır. Sizin koyduğunuz resimlerle gönüller bir hoş olmuştur.

Çok teşekkür ederim Doktor Bülent.....................

MesajGönderilme zamanı: Çrş Oca 24, 2007 11:08 am
gönderen Fatma Ozbilgi
Bulent ellerine saglik, siteye tekrardan geri donmen cok guzel,bizleri boyle guzel paylasimlardan bir daha mahrum birakma saygilarimla..

MesajGönderilme zamanı: Cum Nis 27, 2007 2:41 pm
gönderen emel
(Belki saçma bi duyarlılık olacak)
Yazıyı okurken ağladım
Yaylanın hepimizin ruhuna gömdüğü kalıntılardan dolayı
Ama
Fotoğrafların bir kısmının altına isimler eklenmiş
Nuri Bilge Ceylan'a haksızlık edilmiş olmasın :)
Sevgilerle

MesajGönderilme zamanı: Cmt Ağu 18, 2007 11:05 pm
gönderen Bülent Altuncu
Yine o ruhumuza gömdüğümüz kalıntıları su yüzüne çıkaran bir fotoğraf daha...

Resim