9-10 yaşlarındaydım, Kuşmer çayırında aşağı yukarı koşturuyorduk. Arkadaşlardan biri bir olayı anlatırken kobel kelimesini kullanmıştı. Tanıdık bir kelime değildi, ne demek bu diye sordum. Bir kaç kişi kelimeyi bana anlatmaya çalıştı ama hem ben anlamakta hem de arkadaşlar anlatmakta pek başarılı olamadık. Sonra sevgili Gökhan Durgun'du hatırladığım kadarı ile, çayırda bir köşeyi ve o köşede bir otu gösterdi bana. Binlerce ot dereye doğru yatmıştı ama bir tanesi tam ters yönde dimdik duruyordu. Bak bu ot işte dedi, kobel bu. Bir süre kobel kelimesi ile otu karıştırmama sebep olsa da

bu kelime ve eşleştiği eylem beynimde iyice yer etti.
Yaşadığı dünyayı anlama ve elinden geldiğince değiştirme çabası bugünün insanının işi değil. Yazık ki 20. yy'ın son çeyreğinde itibaren yaşayan şanssız topluluk önüne konulanı tüketmeyi yaşamak olarak algılıyor. Milyonların esen rüzgarla uyum sağladığı ve rüzgar yönünde boylu boyunca uzandığı bu dönemde çok az insan şu üstte bahsi geçen ot gibi ayrı durmayı becerebiliyor. Esen rüzgara direnmek-direnebilmek önemli elbette ama bu sonuç olarak bir kişilik sorunu, özel bir yetenek gerektirmiyor. Akıl ve sağlam kişilik bu duruş için yeterli. Daha özel olanı bu duruşu doğru kelime ve kavramlarla birleştirip, üstüne yaratıcılık ve renk giydirip diğer insanlara aktarabilme yeteneği. Sevgili Köksal, iltifat falan değil, bu özellik sende fazlası ile var ve daha çok yaz demem bundan. Selamlar, sevgiler...
Not: (Ye, Ke) hiç yabancı gelmiyor ama hatırlayamadım

Bir Şahinkayasına çıkışımız vardı ve orayla ilgili hayal meyal bir bağlantı kuruyorum ama???