
Hava ayaz, içine işlerken soğuk, bilmediğin ve güven hissetmediğin tenha bir yerdesin. Kayıpta denmez sana teslim edileceğin bir adresin bile yokken. Bir bekleyeninde yok, yetişmek zorunda olduğun bir işinde. Yani bir zaman sorunun yok, bunun dışında her şey bombok. Yeniksin, yitiksin, umut edecek halde bile değilsin. Yorgunsun, susuzsun, açsın ve kuruşsuzsun. Umut etmeye zorluyorsun kendini ümitlenebileceğine bile umutsuzsun. Korkmaya başlıyorsun, korktukça sık sık soluyorsun, ayazla beraber dilin damağına yapışıyor. Bu seferde zaman sorunun varmış gibi hareketlerin hızlanıyor sonra tekrar pes ediyor ve yavaşlıyorsun. Donmaktan korkuyorsun ama gittikçe yavaşlıyor ve yolun kenarında üzerinde kar olmayan iki taştan birine oturuyorsun. Tam ne olacaksa olsun dediğin anda elinde tepsi ile biri geliyor. Çay içermisin diyor.
( bu kadar acınası bir halde olmasakta fotoğraf çekmek için girdiğimiz sivillerin girmesinin yasak olduğu askeri bir bölgede gizli gizli fotoğraf çekerken bir er’ in komutanının emriyle getirdiği çaylarımız)