Ağrı Patnos’ta yol üzeri bir okul. Tenefüsteydiler.Durmam yetti dikkatlerini çekmeye. Kızlar çekingendi uzaktan baktılar, erkekler güvenli hissettikleri mesafeye kadar yaklaşabildiler. Ben utandım …
Onlar güvendikçe sevindi, yaklaştı.Fotoğraflarını çekeceğimi söyledim daha da sevindiler. “Abey nedecan fotograflarımızı, gazataya mı koyacan” diye sordular, yok saklayacağım deyince kürtçe sevinç çığlıkları attılar.Pozlarını verdiler bende buna karşılık topkeklerini verdim. İnanılmaz sevindiler bense inanılmaz utandığımdan bir daha pozlayamadım.
Bünyamin’i sabah 07 de göl kenarında ineklerini otlatırken gördüm. Arabadan indim ona baktım o da bana baktı ama hemen döndü. Tekrar baktığında fotoğraf çekeceğimi fark etti, tekrar yüzünü döndü ve bir daha bakmadı. Yolun kenarındaki uçurumdan aşağı inip yanına gittim. Artık tecrübe ettimiştim, bu yörede ki tüm çocuklar gibi ilişki kurmaktan ürküyordu ve tamamen iyiniyetli olduğumu göstermeliydim ona. Önce omuzunu tuttum sonra yanağını okşadım bütün buzlar erimiş oldu. Okuyormuş, öğlenciymiş, öğlene kadar işi inekleri otarmakmış. Sordum; okuyup ne olacaksın ? Onun gördüğü en saygın, en üst, en uzak ve erişilmez mesleği söylerken yüzünde sevinç ve umudun verdiği bir tebessümle beraber birazda utanma duygusu vardı. Çünkü Cezmi Ersöz’ün o çok sevdiğim sözündeki gibi “ yoksulluk özlemekten utanmaktı”. Sevinçle ümit ederek ama utanarak “imam olacağım abey” dedi. Ben ona doktor olmak istemezmisin veya pilot gibi meslekleri önerince bu sefer yerin dibine girdi.
Köy bakkalından elinde bir poşetle dönerken yakaladım onu. Fotoğraf çekmem için durup bana bakmasını istedim. Durdu. Güya kendinden emin ve rahatmış ifadesi vermek için ellerini ceplerine astı. Yüzünde yaşından büyük ifadelerle poz vermeye çalışırken ilk pozdan sonra ellerini farkeettim. Eller çok şey anlatır. Yüzünde hangi ifadeler olursa olsun bana elleri daha fazla şey anlatıyordu. Pantolonunun apış arasındaki sarılıksa yüzündeki kendinden emin ifadenin aksine geceleri nasıl korkulu rüyalarla uyandığını gösteriyordu ve belki gündüz bile...
Önce dedelerini gördüm. Yanına gittim nasılsın sordum. Sormaz olaydım. Doktor olduğumu daha söylemediğim halde başladı hastalıklarını saymaya, saydı saydı “bana bi çare “ dedi. Oğlun yok mu getirsin seni hastaneye dedim, bende ordayım diye ekledim. Orda bakmıyorlar dedi. Uzakta durup bakan torunlarına seslendim evden kağıt kalem alıp gelmeleri için. Getirdiler, reçetesini yazıp babalarına götürmelerini istedim ama önce bir poz verin de öyle dedim. Dedeleri görür görmez bana güvenmişti, başlarını yaslayacak omuz arayan torunları ise dedelerine...
Bu Muhammet varya bu Muhammet, yarım saat çeşmenin başında herkese fotoğraf çektimde bir buna çekemedim. Bir bisikletin tekerleklerinin arasından baktı, bir tezek yığınının kenarından, bir ablasının eteğinin. Ne zaman ki “çocuklar teşekkür ederim, hoşcakalın” dedim, en arkadan koşarak sıyrılıp geldi elimi tuttu ve öptü sonrada alnına vurdu. Daha üç yaşında var yok bok herif.
Acaba ne düşünüyor; nerden geldi buraya, niçin fotoğraflarımızı çeker, ne teni, ne saçları ne ayakkabıları hiç bize benzemiyor, kim bilir ne güzel yerlerde geziyordur, ne güzel arabası var, çocuğu varmıdır ne mutlu çocuğuna, babamın ezik davranmasına sebep ne, bir daha gelir mi, gözgöze gelirsek anlar mı içimden geçenleri, anlar anlar kesinlikle gelmemeliyim çok utanırım ...
Bu coğrafyada doğma şansızlığı yetmiyormuş gibi bir de mongol gel dünyaya diyesi geliyor insanın ama öyle değil. Herkes acınacak halde olduğundan kimse acıyarak bakmıyor ona. Herkes gibi yaşıyor, her haliyle kabul görüyor, hatta yaşıtlarının oturamadığı büyük adamlarla o oturabiliyor. Yok yok onun için en iyi yer burası. O doğdukları yerde öleceklerden. Diğerlerinden şanslı.
Adiloş bebe bu olsa gerek. Ahmet Arif’in dediği töreleri böyle diye, hasta düşmesin diye üç gün aç tutulup meme verilmeyen..
Abisi nasırlı elleriyle silse burnu acır, artık eskisi gibi arka cebinden mendilini çıkarıp çocukların burnunu silen köy öğretmenleri de kalmadı buralarda, o zaman aksın, Tayfun Talipoğlu’nun dediği gibi "derin derin iç çekmeyi öğrenir" şimdiden..
Çocukluğu çoktan bitmiş bu çocuk, yarın 23 Nisan’da yine bu çeşme başında olacak, yine kaplar yıkanacak, yine sular taşınacak, yine kardeşlerine bakacak, bu bayramda böyle geçecek
Yurdumun doğusunun, batısının, kuzeyinin, güneyinin maça üç sıfır bile değil, çok sıfır başalayan tüm çocuklarını tüm sevgimle kucaklıyorum.
